Nerede kalmıştık? En son mayıs ayında Cannes Film festivali esnasında, bir sene öncesinin yarışma filmlerinden bahsetmeye karar vermiştim, söz edeceğim filmleri bir sıraya dizmiştim, ama sonra zamanlama & motivasyon ayarını tutturamayınca uzunca sarktı, üzerine yazacak bir ton film, dizi, aktivite birikti, ve yine yazmak istediklerimin altında ezildim. Zaman geçtikçe de kafayı toparlamak zor oluyor, esasında en ideali, mesela bir filmi izlemeyi bitirir bitirmez veya bir konserden çıkar çıkmaz klavyeye sarılmak olmalı. Takip ettiğim güncelerin pek çoğu benzer bir şekilde kuruyorlar, yazma sıklıklarına baktığımda hep aynı şekilde seyrelip kayboluyorlar, şu anda sanırım internet ölü günceler cennetine (cehennemine) dönüşmüş durumda, ara ara reader'da temizlik yapmak ve ruhunu teslim etmişleri yeni güncelerle ikame etmek gerekiyor. Neyse ben parmaklarımı bir kez daha doğrultup, geçirdiğim muhteşem caz haftasından notlar düşmek istiyorum ki gelecekteki hafızası zayıflamış bana neler hissetmişim hatırlatabileyim.
9 Temmuz Pazartesi, 21:00, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi
Çok hazırlıksız (yani biletsiz) yakalandığım Festival kapsamında ilk izlediğim konserin grubu Antony and The Johnsons'ın uzun yıllardır müziklerini beğenerek dinliyordum, ancak sıkı hayranı olmam 2007 yılında yanmış Şan tiyatrosunda verdikleri muhteşem konserle gerçekleşti. Bence bir konserde olması gereken, sunulanın, en başta müzikal anlamda, evde CD'den dinlemenin çok üzerinde bir tecrübe yaşatabilmesi. Antony'nin inanılmaz özgün ve duygu yüklü, titrek sesi CD'de biraz mekanik kalabilirken kanımca konserde inanılmaz bir samimiyetle insanın derisinin altına nüfuz ediyor. Konserin başından sonuna kadar ürperiyor ve çakırkeyif bir ruh haline giriyorum. Bu seneki konsere gelirsek, Cemil Topuzlu'da uzun zamandır konser takip etmiyordum, hem aşırılaşan bilet fiyatları, hem de son yıllarda, toplu sigara içim mekanı haline gelmiş olması beni gerçekten çıldırtıyordu. İKSV'ye bu konuda kaç kere yazı yazdığımı hatırlayamıyorum. Günde bir iki tane içen insanlar bile açıkhavada konsere gidince iki paket sigara bitiriyorlar, bunun nasıl bir haksızlık olduğunu sigara içen insanlara anlatmak gerçekten bir hayli güç. Tüm bunlara bir de izleyici kitlesinin kalitesizleşmiş olması eklenince; uzun zamandır görüşmeyenlerin konsere gelince sohbet muhabbete dalması mı dersiniz, hayatını sadece facebook'ta paylaşmak için yaşayan zavallıların en iyi kareyi yakalama çabaları mı dersiniz, insanoğluna olan nefretimi anlatmaya kalkışmam bu konserle ilgili not düşmeme tamamen engel olabilir.
Neyse gelelim artık pozitif satırlara; Kamusal alanda sigara yasağı artık açıkhava konser alanlarını da kapsadığı için sinir krizi geçirmeden ve ciğerlerimize kanser çekmeden müzik dinleyebilmek mümkün hale geldi. Yine de yasağı delenler oluyor, hiç utanmadan sıkılmadan hala sigara yakabiliyorlar ama en azından uyarı yapılabilecek bir kural var ortada, mesela tam önümde oturan süngerimsi parazit konserin sonuna doğru bir tane yaktı, ters bir tepki verirse konser bana zehir olacağı için içimden küfrede küfrede dumanları yuttum. Bir de konser biter bitmez herkes yakmaz mı, yahu kardeşim bir dışarı çıkmayı bekleyin ne olur. Kısacası SİGARADAN VE SİGARASIYLA HUNHARCA VE UMURSAMAZCA ÇEVRELERİNE ZARAR VERENLERDEN NEFRET EDİYORUM.
İnanın yazarken deliriyorum, şu anda herhalde vücudumda adrenalin ölçümü yapılsa enteresan değerler çıkar. Neyse konsere bir kez daha dönmeyi deneyeyim; Şan tiyatrosunun büyüsü maalesef yoktu, ama zaten bunu beklemiyordum, (bu arada geçen hafta bu konser sebebiyle farkındalığım dürtülmüş olduğundan, önünden geçerken baktığımda Şan tiyatrosunun bir şantiye gibi demir levhalarla çevrildiğini gördüm, eğer AVM sığdıramıyorlarsa muhtemelen zincir otel yapıyorlardır, neyse bu konuya hiç girmiyeyim, tansiyonum şimdiden fırladı) Ses düzeni çok iyi değildi, bence bu tür bir konserde kusursuz olmalıydı. Antony'e eşlik eden Filarmonia İstanbul dağınıktı, ya orkestra/şef yetersizdi, ya da yeterli prova yapılamamıştı. Antony'nin sesi çıplak olarak tek başına bir konsere yetebilecekken yanına bir orkestra iliştirmek gereksizdi. AMAAAAAAA Antony muhteşemdi. Konseri Selda Bağcan'dan "Vurulduk Ey Halkım" ile açtı ve başından sonuna kadar yüreklerimizi sürükledi. Gerçekten çok özel biri, sözleriyle müziğiyle insanın en derinlerine işleyen bir ozan. Seyirciyle kurduğu diyalog inanılmazdı, hepimizle sohbet etti, müthiş mesajlar verdi, adeta tüm kötülüklere karşı müziğiyle duran bir misyoner gibiydi. Dünya'yı artık annelerin yönetmesinin zamanının geldiğini ve dünyayı mahvetmekle meşgul erkeklerin elinden kontrolü, kadınların alması gerektiğini söyledi. Son konserinden bu yana her şeyin daha mı iyiye yoksa daha mı kötüye gittiğini sorduğunda tüm seyirci tek ağızdan "daha kötüye" diye böğürdü, Antony de Dünya'nın neresinde bu soruyu sorsa aynı cevabı aldığını, ama hala umut olduğunu söyleyerek seyirciyi teselli etti. Sonra eşcinsel haklarından bahsetti, her ailede bir eşcinsel olabildiğine, eşcinsellerin hayat dolu renkli kişilikler olduğuna, herkesi olduğu gibi kabul etmek gerektiğine değinirken, seyircilerin arasından esaslı bir homofob "Music" diye bağırarak, özetle kısa kesmesini arz-ı beyan ettiğinde muhteşem bir cevap aldı; "konuşmak da müziktir, ve ben konuşuyorum" Neyseki seyirciden bir destek alkışı koptu. Çok hassas bir karaktere sahip olduğu malum Antony yine de bir hayli kırılmış olacak ki, başka bir boyuttan geliyormuş hissi verdiği güzel mesajlarına devam etmedi. Şimdi soruyorum, nasıl insanlardan nefret etmeyeyim, bu mahlukatlara nasıl tahammül edeyim?
Neyse bir nevi deşarj olduğum bu epey asabi yazıya esasında çok özel bir gece geçirdiğim ve çok mutlu olduğum notuyla son vereyim.