2013 Bienal'inin "Anne, ben barbar mıyım" olan ana teması, ücretsiz olmasının da etkisiyle Gezi olayları sonrası büyük bir ihtimalle ziyaret rekorları kırdı ve her zamankinden daha fazla ses getirdi. Daha önce bienal yazılarında bahsettiğim üzere bienallerin toplumsal ve siyasi sorunlar üzerine düşünmeye sevk etmesi "toplum için sanat" anlayışı içinde olumlu, ancak her seferinde daha minimalistleşen sanat anlayışı bence artık sanatla bağını koparacak kadar uç bir noktaya geldi. Bir düşünceyi bir duruşu anlatırken kullanılan mecranın estetikten uzak ve özenilmemiş hali, bana şunu sordurtuyor; evde oturup belgesel izlesem, kitap okusam Dünya'da ters giden her konuda çok daha sağlıklı ve verimli bir şekilde kendimi bilgilendirmiş olmaz mıyım? Tam bu düşüncemi destekler şekilde bu sene bienal video olayını feci şekilde abartmış, neredeyse her iki eserden biri video, oturup hepsini izlemeye kalksanız günlerce bienal mekanlarından çıkamazsınız. Zaten deli gibi duvarlara iliştirilmiş yazıları okumak, ve hemen her eserde birşeyler anlayabilmek için katalogda dolanmak gerekiyor. Tüm armutlar pişsin ağzıma düşsün demiyorum, ama olay sadece entellektüel bir etkinliğe dönüştüğünde diğer tüm duyularımız yaya kalmıyor mu? Nerede şekiller, formlar, renkler, kokular, tınılar, nerede yaratıcılık, nerede özgünlük? Varsa yoksa yazı ve video.
Bienalle ilgili diğer bir sıkıntım ise İstanbul bienalini "İstanbul bienali" yapan otantik ve özgün mekanlardan niye koparıldı bu etkinlik? Sermayeye ait Salt'a Arter'e bu etkinliği tıkıştırmanın ne anlamı var? Facebook'ta paylaşılması üzerine okuduğum Ali Artun'un esaslı eleştiri yazısıyla sizleri başbaşa bırakayım;
"Anne Ben Hıyar mıyım?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder