Bu günceye ilk başladığımda amacım sinema üzerine yazmaktı, çok film izliyordum, ve hafızamın derinliklerinde kaybolmadan önce bu filmlerle ilgili notlar almak istiyordum. Ama izlediğim kadar yazamadıkça, izlemek çok kolay, yazmak çok zor (en azından benim için), sık sık da yazma motivasyonum düşüyordu, yazılacak filmler listemin altında eziliyordum. Film izlediğim kadar konsere, tiyatroya, sergiye gidemediğim, kitap okuyamadığımdan onları günceye not düşmek daha kolay oluyordu, ayrıca bu faaliyetlere ve bana hissettirdiklerine seneler sonra dönüp bakmak da en az filmleri hatırlamak kadar cazipti, buna bir de şimdilerde çocuklara hatırat bırakma motivasyonu eklendi. Esasında güncenin ismini "in the mood for cinema"'dan "in the mood for life"'a çevirmek daha doğru olur, zira tüm yazılar hayattan keyif aldığım anlara dair. Günceye bugün başlasam, sitenin adresinde de kendi ismimi kullanmazdım. 10 sene önce tüm mecralarda kendi ismimi almak gibi bir endişem vardı, sanki başkası kullansa bir sorun olurmuş gibi, blogger'da da kendi ismimi almıştım. Yazmaya başladığımda da esasında koruma amaçlı almış bulunduğum bu hazır adresi kullanmaya başladım. Bugün değiştirsem, sosyal mecralarda vermiş olduğum tüm bağlantılar kırılacağından, artık böyle ego kokan bir adresle idare etmem gerekiyor.
Uzun lafın kısası birazcık güncenin mevcut ismine saygı göstererek, filmlere biraz daha fazla yer vermeye çalışacağım, izlediğim filmlere dair sadece 1-2 cümle edip notlamaya, ve aylık olarak gruplayıp bir yazının içine tıkıştırmaya, eğer çok beğendiğim bir film olursa veya çok değer verdiğim yönetmenlerin yeni filmlerine denk gelirsem, mümkün olduğunca, vakit bulabildikçe ayrı bir not düşmeye karar verdim. Günceye yazmadığım yıllar, aylarda izlediğim filmlerden özür dileyerek geçen ay izlediğim filmlerden alfabetik sırayla başlıyorum.
Arctic (2018) - Joe Penna
Hayranı olduğum Mads Mikelssen uğruna izlediğim Arctic, kutuplarda bir helikopter kazası sonrası hayatta kalma mücadelesi veren bir adamın hikayesini anlatıyor. Pek çok açıdan iyi kotarılmış ama bir film olarak maalesef fazla iz bırakmıyor. Notum 6.
Between Two Ferns The Movie (2019) - Scott Aukerman
Fragmanına tav olup, kendisinde hayal kırıklığına uğradığım bir film. Zach Galifianakis Hollywood'un büyük yıldızlarıyla abzürt röportajlar yapıyor, söyleşiler fena değil, yer yer komik ama filmin iskeletini oluşturan kurgu maalesef abes ve sıkıcı. Notum 4.
1982 yapımı aslı tam bir başyapıt olunca, hayal kırıklığına uğramaktan çekindiğimden bir türlü izlemeye ikna edememiştim kendimi. Sonunda cesaretimi topladım, hayal kırıklığına uğradım diyemem, ama selefinin yanına yaklaşamadığını da söylemek zorundayım. Yönetmen Villeneuve'e eseri bir aksiyon filmine çevirmediği ve atmosferini koruduğu için müteşekkirim. Bir devam filmi olmakla beraber, aslının üzerine yeni bir şeyler ekleyip söylemeyi maalesef başaramıyor. Notum 7.
Dörrie'nin 90'lı yıllardaki filmlerini izlemiştim, özellikle "Keiner liebt mich" (1994) çok çok iyiydi. Almanya'da okuduğum yıllarda televizyonda denk gelip izlediğim "Geld" (1989) ve "Happy Birthday Türke" (1992) onun kadar etkileyici değillerdi. Aradan yirmi yıldan fazla geçmiş bir filmini izlemeyeli. Hayatta iç yolculuğuna bir yön vermeye çalışan genç bir Alman kadınla, 2011'de Japonya'da gerçekleşen deprem sonrası yaşanan nükleer facia sonucunda evini kaybeden bir japon kadının dostluğunu anlatıyor film. Adını tam koyamadığım bir şeyler eksik kalmış, kimyası tam tutmamış maalesef. Notum 6.
Grüsse aus Fukushima (2016) - Doris Dörrie
Dörrie'nin 90'lı yıllardaki filmlerini izlemiştim, özellikle "Keiner liebt mich" (1994) çok çok iyiydi. Almanya'da okuduğum yıllarda televizyonda denk gelip izlediğim "Geld" (1989) ve "Happy Birthday Türke" (1992) onun kadar etkileyici değillerdi. Aradan yirmi yıldan fazla geçmiş bir filmini izlemeyeli. Hayatta iç yolculuğuna bir yön vermeye çalışan genç bir Alman kadınla, 2011'de Japonya'da gerçekleşen deprem sonrası yaşanan nükleer facia sonucunda evini kaybeden bir japon kadının dostluğunu anlatıyor film. Adını tam koyamadığım bir şeyler eksik kalmış, kimyası tam tutmamış maalesef. Notum 6.
I Am Mother (2019) - Grant Sputore
İyi bir bilim-kurgu filmine denk gelmek o kadar zor ki, fragmanı izlediğimde çok ümitlenmiştim. İnsanlık Dünya'yla birlikte kendi sonunu da getirmiştir. İnsanlığı tekrar var etme görevi robotlara düşmüştür. Bir robotun bir insan embriyosundan hayatın tohumlarını tekrar atmasını, sonra da yeni ilk insana annelik etmesini izliyoruz. Bence film çok iyi başlıyor, ortasına kadar da çok iyi getiriyor. Ama hikayenin ikinci yarısı beni hiç ikna ve tatmin edemedi. Notum 7.
Juliet, Naked (2018) - Jesse Peretz
Ara ara canımız romantik komedi çekiyor, biraz günlük sıkıntılardan uzaklaşalım, azıcık gülümseyebilelim. Bu film de tam bu şekilde çerezlik. Küçük bir kıyı kasabasında kendi hallerinde yaşayan bir çiftin hayatlarına giren eski bir rock yıldızı (Ethan Hawk) onları rutinlerinden çıkarıyor. Notum 7.
Midsommar (2019) - Ari Aster
Amerikalı bir arkadaş grubu, İsveçli arkadaşlarının daveti üzerine İsveç taşrasına bir yaz festivaline gidiyorlar. Başta pek candan ve naif gözüken İsveçli köylüler, kuşaklar boyu sürdürdükleri töreleri uygulamaya başladıklarında günlük güneşlik ortamda hayat bir kabusa dönüşüyor. Çok özgün bir film olduğuna hiç şüphe yok, hatta belli bir türe sokmak da mümkün değil, belki gerçeküstü gerilim diye nitelenebilir. Yönetmen sanki bulduğu fikre biraz fazla takılmış, o arada karakter derinliğine/gelişimine pek önem vermemiş gibi. Bana maalesef hitap etmedi. Notum 6.
Pause (2018) - Tonia Mishiali
Yanlış hatırlamıyorsam ilk defa Güney Kıbrıslı bir yönetmenin filmini izledim, ancak neredeyse tek mekanda geçmesi itibariyle Kıbrıs'tan görüntüler bulunmuyordu. Kötü bir evliliğe hapsolmuş, menopoza girmekte olan bunalımda bir kadının hayatından bir kesit izliyoruz. Çaresizliğini, sıkışmışlığını çok başarılı ve araya mizah da ekleyerek anlatıyor yönetmen. Notum 8.
Polar (2019) - Jonas Åkerlund
Bir Mads Mikelsen filmi daha, ancak bu sefer defalarca çiğnenmiş klişe bir konuya sahip kötü bir örnek. Emekliliğini hak eden bir kiralık katili, patronu emeklilik ikramiyesini vermemek için öldürtmek istiyor, Mads de her geleni temizliyor. Sonuna kadar neden seyrettim bilemiyorum. Notum 4.
Sauvage (2018) - Camille Vidal-Naquet
Sokaklarda kendini satarak hayatta kalmaya çabalayan bir genç adamın, sevgi arayışı çok etkileyici ve çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. Léo rolünde Félix Maritaud muhteşem oynuyor. Notum 8.
The Road (2009) - John Hillcoat
Kıyamet sonrası Dünya'da bir baba-oğlun hayatta kalma mücadelesi. Filmin kendisi mi, yoksa tasvir ettikleri mi daha fazla içimi daralttı bilemiyorum, ama sonuç olarak fazla memnun kalmadım. Notum 6.
Three Identical Strangers (2018) - Tim Wardle
Doğduklarında farklı ailelere evlatlık verilerek, birbirlerinden habersiz büyüyen üçüzlerin, yetişkin olduklarında birbirlerini bulmalarının hikayesini anlatan ilginç bir belgesel. Özellikle babaların farklı yetiştirme tarzlarının oğullar üzerindeki etkisi çok etkileyici. Notum 7.
Thunder Road (2018) - Jim Cummings
Annesinin ölümü ve eşinden boşanması ile dağılan bir polis memurunun hikayesi. Film dramla komediyi harmanlamaya çalışırken ikisinin arasında sıkışmış gibi geldi bana. Birinden yana tercihini daha net yapmış olsaydı yönetmen, bence daha başarılı bir film çıkabilirdi ortaya. Notum 6.
Upgrade (2018) - Leigh Whannell
Ağır bir trafik kazası geçiren bir adam, felç olduğunu öğrendiğinde, ruhunu direk şeytana satmasa da vücudunu tekrar yürüyebilmek adına yeni bir teknolojiye devrediyor ve sonuçlarına katlanıyor. Fikir çok iyi, ancak uygulama fikrin hakkını veremiyor. Notum 6.
Woman at War (2018) - Benedikt Erlingsson
İzlandalı aktivist bir kadının tek başına, çevreyi mahveden düzene başkaldırmasını izliyoruz. Başrolde ikiz kız kardeşleri canlandıran Halldóra Geirhardsdóttir çok başarılı. Notum 7.
Yesterday (2019) - Danny Boyle
Yönetmenin izlediğim onuncu filmi. "Slumdog Millionaire" ve "Trainspotting" gibi güzel filmlerine bir yenisini eklemiş. Var olma mücadelesi veren bir müzisyen, geçirdiği kaza sonrası gözlerini Beatles grubunun ve müziklerinin olmadığı bir Dünya'ya açar. Bu durumu fark ettiğinde Beatles parçalarıyla başarıyı yakalaması işten bile değildir, ama mutluluğu yakalayabilecek midir. Sevimlilik katsayısı oldukça yüksek olan film, bir de müzik ziyafetiyle zenginleşince tadından yenmiyor. Notum 8.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder