Günceye ara ara not ettiğim üzere, ne zaman yolumuzu İstiklal Caddesi'ne düşürsek mutlaka uğradığımız mekanlardan biridir Arter. Geçtiğimiz eylül ayında Dolapdere'deki yeni mekanına taşındı. Binayı İngiliz mimarlık ofisi Grimshaw Architects tasarlamış. Mekanı ziyaret etmeden önce bir gazetede kurucu direktörü Melih Fereli ile yapılmış bir röportajı okuduğumda çok heyecanlandım. Dolapdere'yle, Dolapdere'lilerle bütünleşmekten, kaynaşmaktan bahsediyor, hatta herkese telefon numarasını verdiğini ve kapılarının herkese her zaman açık olduğunu anlatıyordu. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi ülkemizin önde gelen ailelerinin kültür ve sanat hayatımıza katkıları yadsınamaz, ve ben de şahsım adına çok müteşekkirim.
Ancak bu noktada bir ancak deme ihtiyacı hissediyorum. Öncelikle bina içeriye pek (hatta hiç) davet etmiyor, yoğun güvenlik önlemli 3 kapıdan geçmeden binaya girilemiyor. Binanın mimarisi kanımca Dolapdere'nin kimyasıyla hiç uyuşamamanın ötesinde, Dolapdere'ye ben buranın geleceğiyim, zamanla burası bana dönüşecek diyor adeta. Biraz ilerisindeki Alışveriş/ofis plazası, altında son zamanların popüler galerisi Dirimart ile birlikte bunun altını çizer nitelikte. Diğer yandan Dolapdere mevcut kabuğuyla zaten çok korunası, üstüne titrenesi bir muhit değil, doğal olarak zamanla dönüşecek, ama ben naçizane sınıflar arası diyalogta biraz daha fazla samimiyet umuyorum. Bu mekan Dolapdere'li çocukların atölyelere katıldığı, sunduğu sergilerle (en azından açılış sergileri ile) de "Dolapdere"'lilere hitap etmek üzere bir çaba gösteren bir buluşma noktası olabilseydi keşke. Biliyorum bu çok naif bir bakış açısı. Daha çok belli ki Tophane'de açılan galerilere yapılan saldırı (ve tabii ki Abdülmecid Efendi Köşkü'ndeki sergiye) akıllarda taze, ve nabza göre şerbet verilmiş.
Eğer kazayla bir Dolapdere'li tüm cesaretini toplayıp, o 3 ağır kapıyı geçmeyi başarabilse de, hemen zemin katında, şu anda muhtemelen Türkiye'de bulabileceği en soyut çağdaş sanat sergilerinden biriyle karşılaşacak. Duvara monte edilmiş klozet (Parazit filmindeki sahneyi düşünmeden edemedim), lastik ve bisiklet tekerleğini anlamlandırmaya çalışacak. Muhtemelen üst katlara çıkmadan usul usul mahallesine geri çekilecek. Arter'in İstiklal'deki yerine açılmış olan Meşher'deki sergi dahi daha uygun olabilirdi. Masal Dünyası'ndan rengarenk porselenleri eminim çocuklar çok beğenirdi. Avrupa'nın yaşadığı rönesansı yaşamamış bir toplum olarak, kültür sanat hayatımızda belli evreleri hazmetmek için zamana ihtiyacımız yok mu. Yoğun referans birikimi ve altyapı gerektiren sergilere yelken açmadan önce telafi etmemiz gereken bir kültür/sanat açığımız yok mu? Çok büyük fedakarlıklarla açılan bu mekanlar, bizlere kendi rönesansımızı yaşatmak, böylece reforma ve aydınlanma çağına yönlendirmek gibi bir misyona sahip olamazlar mı? Keşke her yıl Tasarım'la dönüşümlü yapılan İstanbul Bienali, çağdaş sanatın "en"'i olmaya çalışmak yerine ( ne kadar anlaşılmaz, o kadar çağdaş), otoritelerin, yabancıların ve Beyaz Türkler'imizin burun kıvırması pahasına, milyonların kapılarında kuyruğa girdiği etkinlikler olabilse.
Biliyorum, bu satırlar belki de çok sığ, çok nankör, çok çağ dışı geliyor, ama kültür sanat alanında ülkemizdeki tüm sınıfları harekete geçirmeden, bir gıdım ileri gidemeyeceğimize yürekten inanıyorum. Yeni Arter'i şöyle hayal etmek isterdim; Zemin katında bir fotoğraf sergisi, sanatçıları Dolapdere'liler veya Dolapdere'yi fotoğraflayan tüm İstanbul'lular. Fotoğrafını çeken binaya gelir, tek kapıdan geçer, girişteki asistanlara çektiği fotoğrafını iletir, çıktısını aldırır, sonra gider arzu ettiği duvarda istediği yere resmini asar, ve hayatında bir serginin parçası olmuş olmanın haklı gururunu yaşar. Çocuklar ikinci kata çıkar, bir duvar tamamen onların hayal gücüne ayrılmıştır, arzu ettikleri gibi boyayabilirler. Diğer duvarlar için hamur ve seramikten heykeller üretmeyi öğrenir, üretir ve sergilerler. 3. kata gençler çıkar, orada sanatçı ve mimarlarla tanışırlar, Dolapdere'yi güzelleştirmek için birlikte projeler üretirler. Roma notlarımda yazdığım gibi, Avrupa'da halkın katıldığı, ürettiği sergiler hızla çoğalıyor. İlk 6 ayı Arter bu şekilde geçirse, Dolapdere'lilerin ayaklarını alıştırıp, özgüvenle girdikleri ikinci evleri olabilseydi, bu ülkedeki tüm kültür kurumları için şahane bir model ortaya çıkmaz mıydı? Bu satırları çalakalem yazdım, işin uzmanları oturup fikirler geliştirseler, fevkaladenin fevkinde işler çıkabilir ortaya.
Ülke halleri üzerine kestiğim ahkamı yavaşça kenara bırakarak sakinliyorum, ve Arter'de gezdiğimiz sergilerden en beğendiğimizi not düşmek istiyorum. Arter'e bizi Altan Gürman'la tanıştırdığı için müteşekkiriz, çocuklar da çok beğendi. Arter'den çıkınca da hemen caddenin diğer tarafında başlayan Dolapdere pazarına daldık, iki Dünya arasındaki kontrastın çarpıcılığı başlı başına bir yerleştirme gibiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder