İzlediğim dizilerden en son 2012'de
şu yazıda bahsetmişim. Geçen 7 seneyle ilgili sanal hafızama bir güncelleme yapmakta fayda var. O yazıda bahsettiğim ve hala devam etmekte olan Game of Thrones ve Homeland'i, komedilerden Modern Family ve The Big Bang Theory'i beğenerek izlemeye devam ediyoruz. Bitenlerden en çok Downton Abbey'i özlüyorum, yeri doldurulamadı. Nisan ayında son sezonunu seyredeceğimiz Game of Thrones da muhtemelen ardından dizi hayatımızda büyük bir boşluk açacak.
Beş on adet yazarım sanarken, listeleyince 30 küsur adet dizi çıktı. Alfabetik sırayla notlayarak;
"Babylon Berlin" - 8
2. Dünya Savaşı arifesindeki Berlin, sadece kendi başına diziyi ilginç kılabilecek bir unsurken, her yönüyle ilgi çeken, çok iyi oyunculara sahip olan, polisiye, suç, politika, dram gibi pek çok türü başarıyla karıştıran başarılı bir yapım çıkmış ortaya. Özellikle berlinseverler kaçırmasın.
"Big Little Lies" - 9
Müthiş bir yönetmen (Jean-Marc Vallée), müthiş bir kadroyla bir araya gelince, ortaya müthiş bir dizi çıkmış. İkinci sezonunun çekiliyor olmasına aşırı sevindim, heyecanla bekliyorum.
"Black Mirror" - 9
Kara aynanın bize gösterdikleri sayesinde Dünya'ya, geleceğe, teknolojiye bakış açımız tamamen değişti.
"Bodyguard" - 8
Richard Madden ve Keeley Hawes bu sürükleyici politik/suç/dram dizisini ilgiyle izlenilebilir kılıyorlar.
"Breaking Bad" - 7
Yıllarca izlemeye direndikten sonra, artık kült statüsüne erişmiş bu dizinin en azından genel kültür adına izlenmesi gerektiğine kanaat getirince (zira sayısız eserde referansı var) oturduk ekran başına. Bryan Cranston gerçekten müthiş bir oyuncu.
"Broad City" - 9
Komedi dizilerinin büyük kısmına dayanamıyorum ama neyseki arada Broad City gibi cevherler çıkıyor. Gerçek hayatta arkadaş olan iki kafadarın kendi günlük hayatlarından yola çıkarak anlattıkları "çılgın", hayal gücü dolu hikayeleri.
"Feud" - 8
Bette Davis ve Joan Crawford'un dillere destan olmuş kıskançlık dolu rekabetlerini anlatmak için Susan Sarandon ve Jessica Lange'den daha iyi bir ikili bulunamazdı.
"Follow the Money" - 8
"Borgen" ve "Forbrydelsen" gibi tadı damağımızda kalmış İskandinav dizilerine olan hasretle, ne zaman iyi bir yorum alan kuzey dizisi bulsam deniyorum, ama bu diziye kadar hiçbiri sarmadı. İyi oyunculukların yanı sıra sağlam bir sistem eleştirisi de getiren Follow the Money, karnımızı bir süreliğine doyurdu.
"Fleabag" - 8
Hak ettiği değeri görememiş, dolayısıyla pek ses getirememiş olan bu dizi, genç bir kadının Londra'da hayatla başa çıkmaya çalışmasını anlatıyor. Komediyle dramın çok kıvamında karıştığı bir dizi çıkmış ortaya.
"Friends from College" -7
Aldığı oldukça kötü yorumları adındaki handikaba veriyorum, zira "Friends" dizisinin zıttı denebilecek, ve gerçeğe daha yakın bir arkadaşlık tasviri var. Bir başyapıt olmamakla birlikte keyifle izleniyor.
"Girls" - 9
"Sex and the City"'e tepki olarak yazılmış olabilecek bir gençlik dizisi. Lena Dunham'ın güçlü kaleminden New York'u, bir peri masalının mekanı olarak değil, varoluş mücadelesi verilen, bu mücadele esnasında arkadaşlıkların da sınandıkları bir platform olarak izliyoruz.
"House of Cards" - 9
5 sezon boyunca Francis ve Claire Underwood'un iktidar piramitinde yükselmelerini seyrettikten sonra final sezonunda Kevin Spacey, hakkındaki taciz iddiaları sebebiyle yer alamadı. Robin Wright'ın muazzam karizması, bu müthiş diziye hak ettiği finali vermeye tam anlamıyla yetemedi.
"La casa de papel" - 8
Binlerce kez anlatılmış bir banka soygunu konusu ancak bu kadar özgün ve yenilikçi bir şekilde anlatılabilirdi.
"Looking" - 10
San Francisco gibi (en azından dizide) büyüleyici bir arka planda 3 gay arkadaşın günlük hayatlarından çok samimi ve içten kesitlere şahit oluyoruz.
"Weekend" (2011) filmiyle gönlümde taht kurmuş olan Andrew Haigh mükemmel bir işe imza atıyor. Dizide bulunan bol miktardaki kalp kırıklıklarının en büyüğünü HBO diziye birden son verdiğinde yaşadık.
"Mars" - 8
National Geographic kanalında bu kadar kaliteli bir bilim kurgu dizisine rastlayınca çok şaşırdım. Yarı belgesel, yarı kurgu olarak ilerleyen dizinin günümüzde geçen kısımları Mars'ta koloni kurmaya yönelik çalışmaları yansıtırken, gelecekte geçen bölümde ise bu planların hayata geçmesini izliyoruz. İkinci sezonu da yayınlanmış, ilk fırsatta izleyeceğim.
"Mindhunter" - 8
Dizi, seri katilleri ve o cinayetleri niye işlediklerini anlamaya çalışarak, gelecekte bu tür cinayetlerin önüne geçmenin yöntemlerini araştıran bir FBI birimiyle ilgili. Konu başta ilgimi fazla çekmemişti ama başrol oyuncusu Jonathan Groff'a "Looking" vesilesiyle olan büyük sempatim, dizinin aldığı çok iyi eleştirilerle birleşince, iyi ki izledik.
"Olive Kitteridge" - 9
Bir diziden çok 4 saatlik bir film olarak değerlendirilebilecek bu mini dizi, eğer bir film olsaydı Frances McDormand Oscar ödülü için geçen seneyi beklemez, 2014 yılında alırdı. Bir çiftin 25 yıllık evliliklerini kapsayan film, ve özellikle de Olive Kitteridge karakterinin portresi çok etkileyici.
"Outlander" - 8
Diana Gabaldon'un Outlander kitap serisinin ilk kitabını okuyup beğenmiştim. Serinin devamını okuma fırsatı bulamadım, ama dizisi de kitapları kadar sürükleyici. Britanya'da eski bir tapınaktaki taşa dokunarak zaman içinde 20. yüzyıldan 18. yüzyıla giden bir kadının hikayesi.
"Ozark" - 8
Bariz şekilde "Breaking Bad"'ten esinlenmiş bu dizi, görünüşte masum bir ailenin suç batağına saplanarak, çıkmak bir yana sürekli daha da batmasını anlatıyor. Tüm oyuncu kadrosu, yan roller de dahil olmak üzere çok başarılı, özellikle de Laura Linney parlıyor.
"Sharp Objects" - 7
"Big Little Lies"'ta olduğu gibi yine Jean-Marc Vallée, HBO'da müthiş bir kadroyla buluşunca seyretmek farz oldu. Kalitesi tartışılmaz ama beni "Big Little Lies" kadar sarmadı, hikaye biraz zorlama geldi, zira artık seri cinayet hikayelerinin suyu çıkmaya başladı.
"The Affair" - 8
Evlilik dışı bir ilişkiyi, bir aşk üçgeni/dörtgeni hatta altıgeni çerçevesinde anlatan dizinin çok hoşuma giden tarafı olayları farklı karakterlerin gözünden anlatması. Yaşanan bir durum, önce karakterlerden birinin çerçevesinden anlatılırken, sonrasında diğer karakterin gözünden izlediğimizde, algıların nasıl farklılaşabildiğini görüyoruz.
"The Durrells" - 8
"İyi hisset" dizisi izlemek isteyenler için ideal olan yapım, yazar Lawrence Durrell'in ailesiyle birlikte göçtüğü Korfu adasındaki anılarına dayanıyor. Korfu'nun güneşi izlerken insanın içini ısıtıyor. "Bodyguard"'da da izlediğimiz Keeley Hawes çok farklı bir rolde yine çok başarılı.
"The Expanse" - 8
"Mars"'la birlikte yakın zamanın en başarılı uzay konulu bilim kurgusundan
şu yazıda bahsetmiştim.
"The Fall" - 8
İlle seri katil dizisi izleyeceksek, The Fall gibi konuya bambaşka pencereden bakan bir eser izlemeli. Gayet masum yüzlü, yakışıklı, (görünüşte) ailesine bağlı genç bir babanın, işlediği cinayetlere dizinin başından itibaren onun bakış açısından eşlik ediyoruz. Onu avlamaya çalışan dedektif rolünde müthiş karizmatik bir Gillian Andersen olunca, dizi gerçekten farklı bir yere konumlanıyor.
"The Handmaid's Tale" - 8
Margaret Atwood'un distopik romanından uyarlanan dizi, A.B.D.'ye hakim olan teokrat faşist bir yönetimde, kadının nasıl köleleştirildiğini anlatıyor. İzlerken insanın içi daralıyor, dizi boğazımızı başarıyla sıkıyor. Elisabeth Moss yine harika.
"The Marvelous Mrs. Maisel" - 7
Son dönemde iki yeni komedi dizisi çok ses getirdi. İlki "Barry", ilk bölümü sarsa da, sonrasında devam etmeye bizi motive edemedi. The Marvelous Mrs. Maisel'ın ise ilk sezonuna başlamamızla, sonunu getirmemiz bir oldu. 1950'li yıllarda bir ev hanımıyken, doğal yeteneğiyle stand-up komedyenliğe soyunan Mrs. Maisel'in hikayesi, fazlasıyla (çok çok başarılı canlandıran) Rachel Brosnahan'a yaslanınca, konu biraz tekdüze kalabiliyor. Yayınlanmış ikinci sezonu henüz izleyemedik, ama umarım anlatı biraz serpilir.
"The Night Of" - 9
Taksisine aldığı bir kızla geçirdiği gecenin sabahında, kızı yatakta delik deşik edilmiş bulan Pakistan kökenli Amerikalı bir gencin hikayesinde, gönlümüz delikanlının masumiyetine ne kadar inansa da, gerçeği bilemiyoruz. Başrolde Riz Ahmed ve onun canlandırdığı karakteri savunan avukatı rolünde John Turturro müthişler.
"The Young Pope" - 7
Her türlü film ve dizide dini temalar beni sıkarken, Vatikan'da ilk defa genç bir adayın Papa seçilmesine dair diziyi bana ancak favori yönetmenim Paolo Sorrentino izlettirebilirdi.
"Top of the Lake" - 6
Önce Mad Men, sonrasında pek çok film ve nihayetinde The Handmaid's Tale ile hayranı olduğum Elisabeth Moss aşkına izlediğim, ilk sezonu idare eden ama ikinci sezonu pek sarmayan bir seri cinayet dizisi.
"True Detective" - 8
Yine ilk sezonu Matthew McConaughey ve Woody Harrelson sayesinde çok saran, ikinci sezon tamamen yenilen kadrosuyla ilkinin gölgesinde kalan suç/polisiye dizisi. 3. sezonu yayınlanmış, bu yazıyı yazma çabam sayesinde fark ettim.
"Wanderlust" - 8
Uzun yıllardır evli olan, birbirlerini seven ama yatakta aynı uyumu artık yakalayamayan bir çiftin, uzlaşarak evlilik dışı ilişkileri denemeye yelken açmaları, beklenmedik sonuçlar doğurabiliyor. Terapist olan kadını canlandıran Toni Collette diziyi sürüklüyor, kendi danışmanıyla yaptığı terapi seansları da çok etkileyici, çok iyi bir dizi olmuş.
"Westworld" - 8
Bilim kurgu açlığıma deva olan Westworld, sanal zekanın çok geliştiği ve gerçek insandan ayırt edilemeyecek robotların bulunduğu bir Dünya'da geçiyor. Yetişkinler için Disneyland olarak betimlenebilecek bir tema parkında, insanlar para karşılığı farklı fantezilerini gerçekleştirebiliyorlar. Hesaba katmadıkları konu, bu robotların zamanla kendilerine yapılanları hatırlayabilecek şekilde evrim geçiriyor olmaları.
"You" - 7
Dijital Dünya'ya bağımlı hale zamane gençliğini bekleyen tehditlere işaret eden bu dizide, baş kahraman ilk görüşte aşık olduğu kızı elde etmek ve sonra elinde tutmak için akıllı telefonun gücünü sonuna kadar kullanacak, ve durması gereken noktayı da kaçıracak.