Isabel Coixet'in filmlerini severim, özellikle "My Life Without Me" (2003) muhteşemdir. Onun isminin yemek ve aşkla bir araya geldiğini gördüğümde bu diziyi mutlaka izlemeliyim diye düşünmüştüm. Diziye (ve itiraf ediyorum Laia Costa'ya) ilk bakışta vuruldum. Bu ekranda birilerine vurulma hali, ilk gençlik yıllarımdan beri hep başıma gelir, sinemaya olan ilgimde bunun da önemli bir payı var muhtemelen. İlk aşkım "Dirty Dancing" (1987)'de Jennifer Grey idi, haftalarca aşk acısı ve özlemi çekmiştim. Yine ergen yıllarımdan en net hatırladığım, "Pretty Woman" (1990)'da Julia Roberts'a tutulmamdı. Benim gibi artık o da yaşlandı ama hala hangi filmde izlesem içim bir cız eder. Türk sinemasında da vazgeçilmez aşkım Gırgıriye'de tutulduğum Gülşen Bubikoğlu idi.
Geçen zamanla birlikte kalp de biraz yıllanmış olacak ki, uzun zamandır içim pek cız etmiyordu. En son hatırladığım Lost'da Evangeline Lilly'e çarpılmıştım, aradan 10 yıl geçmiş. Ama Foodie Love'da Laia Costa beni öyle bir çarptı ki, on yılı da telafi etti. Daha ilk bölümü izlerken, dizinin sadece 8 bölüm olduğu fikri dahi, içimin sıkışmasına sebep olmuştu. Dizi bittiğinde de gerçekten günlerce kanımda yoğun bir melankoli ile dolaştım. Bunda tabii dizinin son derece dramatik ve vurucu sonu da önemli bir rol oynadı.
Dizinin konusuna gelirsek, birbiriyle yeni tanışan bir kadın ve bir erkek, birbirlerini en gözde mekanlarında, en sevdikleri lezzetleri tatmaya davet ederken, birbirlerini tanıyorlar, ve aralarında bir ilişki gelişiyor. İki karakterin çizimi, ilişkinin işlenişi, mekanların, yemeklerin, renklerin muhteşemliği insanı kendinden geçiriyor. Dizinin geçtiği Barcelona'nın meşhur pazar yerlerinden birinde yedikleri japon yemeği ramen o kadar beni cezbetti ki, yıllar sonra mutfağa girip internetten bulduğum tariflerle ramen pişirdim, hiç de fena olmadı. Dizinin o kadar etkisinde kaldım ki, izlediğimden beri de yemek yapmayı bir hobi haline getirerek, arada mutfağa dalıp bir şeyler pişiriyorum.
Bir bölümü özellikle çok etkiledi beni (dikkat bundan sonrası sürpriz bozanlı). Erkek kadını (dizide karakterlerin isimlerini öğrenemiyoruz) hafta sonu Fransa'ya bir gurme restoran/otele götürüyor. Vardıklarında restoran kısmının tadilatta olduğunu öğreniyorlar. Erkek çok sinirleniyor, rezervasyon yaparken bu bilgiyi paylaşmaları gerekirdi diye ortalığı birbirine katıyor. Biraz sakinleşebildiğinde fark ediyor ki, kadın sessiz ve kırgın. Kadın özetle şunu diyor; "Ben bir süre önce, sürekli ağlayıp, zırlayan, yaşadığı hayal kırıklıkları karşısında bu şekilde tepkiler veren insanları hayatımdan çıkarmaya karar verdim ve çıkardım. Herhangi bir şarküteriden alacağımız bir şişe şarap ve biraz peynirle müthiş mutlu olabilecekken, burada senin zırıltını dinliyorum. Hayat bu kadar olumsuzluğa maruz kalmaya değmeyecek kadar kısa" Adam daha henüz çok kırılgan olan ilişkide kadını kaybetmek üzere olduğunu anlar, kendini affettirmek için her şeyi yapar. Kadının tek bir şartı vardır. Otele tekrar hiç bir şey olmamış gibi giriş yaparlar ve çok güzel bir hafta sonu geçirirler. Evet esasında çok bilindik bir akıl, ufak tefek sorunları hayatımızın göbeğine yerleştirip acıların çocuğu rolünden mümkün olduğunca sıyrılmalıyız, ama kendi adıma hemen salgın öncesi izlediğim dizi (aklımdan bir türlü de çıkmadığından) geçirdiğimiz şu zor günler için çok iyi bir hazırlık olmuş.
İsabel Coixet'e şapkamı çıkarıp yere kadar eğiliyorum bu başyapıt için. "In the Mood For Love" (2000)'da çarpıldığım kadar çarpıldım. Benim için on üzerinden on, kusursuz bir dizi, sadece geçici bir haz değil, hayatıma da etki edecek kadar çok etkiledi beni. Şu kapalı kaldığımız günlerde nicesine denk gelme dileğiyle...
Bir bölümü özellikle çok etkiledi beni (dikkat bundan sonrası sürpriz bozanlı). Erkek kadını (dizide karakterlerin isimlerini öğrenemiyoruz) hafta sonu Fransa'ya bir gurme restoran/otele götürüyor. Vardıklarında restoran kısmının tadilatta olduğunu öğreniyorlar. Erkek çok sinirleniyor, rezervasyon yaparken bu bilgiyi paylaşmaları gerekirdi diye ortalığı birbirine katıyor. Biraz sakinleşebildiğinde fark ediyor ki, kadın sessiz ve kırgın. Kadın özetle şunu diyor; "Ben bir süre önce, sürekli ağlayıp, zırlayan, yaşadığı hayal kırıklıkları karşısında bu şekilde tepkiler veren insanları hayatımdan çıkarmaya karar verdim ve çıkardım. Herhangi bir şarküteriden alacağımız bir şişe şarap ve biraz peynirle müthiş mutlu olabilecekken, burada senin zırıltını dinliyorum. Hayat bu kadar olumsuzluğa maruz kalmaya değmeyecek kadar kısa" Adam daha henüz çok kırılgan olan ilişkide kadını kaybetmek üzere olduğunu anlar, kendini affettirmek için her şeyi yapar. Kadının tek bir şartı vardır. Otele tekrar hiç bir şey olmamış gibi giriş yaparlar ve çok güzel bir hafta sonu geçirirler. Evet esasında çok bilindik bir akıl, ufak tefek sorunları hayatımızın göbeğine yerleştirip acıların çocuğu rolünden mümkün olduğunca sıyrılmalıyız, ama kendi adıma hemen salgın öncesi izlediğim dizi (aklımdan bir türlü de çıkmadığından) geçirdiğimiz şu zor günler için çok iyi bir hazırlık olmuş.
İsabel Coixet'e şapkamı çıkarıp yere kadar eğiliyorum bu başyapıt için. "In the Mood For Love" (2000)'da çarpıldığım kadar çarpıldım. Benim için on üzerinden on, kusursuz bir dizi, sadece geçici bir haz değil, hayatıma da etki edecek kadar çok etkiledi beni. Şu kapalı kaldığımız günlerde nicesine denk gelme dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder