31 Ocak 2012 Salı

Tomm Moore, Nora Twomey ve The Secret of Kells (2009)

Yetişkinler için daha fazla animasyon yapılmalı, gelişen teknolojilerle animasyon yapım maliyetleri giderek düşüyor olsa gerek. Animasyonlar o kadar yaratıcı imkanlara sahip ki, çok az sayıda üretilmelerinin sebebi halen maliyetler mi, yoksa "çizgi film" mi seyredeceğiz mantığındaki yetişkinler mi emin değilim. Başta Miyazaki'ler olmak üzere Ghibli filmlerinin, "Persepolis"'in, "Waltz with Bashir"'in başarıları bu yolu çoktan açmış olsa gerekti.
"The Secret of Kells" baştan sona renkleriyle, ve yaratıcı çizimleriyle gözlere bir ziyafet çekiyor. Tarihsel hikaye, Britanya'ya eski zamanlarda yapılmış olan Viking seferlerinin yarattığı dehşeti anlatıyor. İçerik maalesef pek sürükleyici ve başarılı değil. Hikayenin anlatımı da görsellik kadar yaratıcı olmayı başarabilseymiş, son yılların en iyi anime filmlerinden biri ortaya çıkabilirmiş. Ben yine de görüntüleri hipnotize bir şekilde izledim.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Steven Soderbergh ve Contagion (2011)

Soderbergh'in en muhteşem filmi bence ilk filmiydi; "Sex, Lies, and Videotape" (1989). Sonraki hiç bir filminde onun gücünün ve derinliğinin yanına dahi yaklaşamadı. Bunda tabii diğer pek çok amerikalı yönetmen gibi Mephisto ile yaptığı anlaşma sonucu büyük bütçeli filmlere geçmesi rol oynadı. Bu filmler arasında (Out of Sight (1998), The Limey (1999), Erin Brockovich (2000), Ocean's Eleven (2001)) kayda değer tek film de bence "Traffic" (2000) idi. İki de bir film çekmeyi bırakacağını beyan edip hemen ardından yeni projeler açıklamayı da alışkanlık haline getirdi. Ben bir an önce "film" çekmeyi bırakıp, 1989 da çektiği filmlerden çekmesini diliyorum.
Son filmi "Contagion"'a gelirsek, bir filmden çok bir yarı belgesele benziyor. Konumuz basit; daha önce karşılaşılmamış çok bulaşıcı bir virüs ortaya çıkarak hızlı bir şekilde tüm Dünya'yı sarıyor. Böyle bir durumda gerçekleşecek olan olaylar, Soderbergh'in filminde nesnel bir şekilde tasvir ediliyor, ama işte sadece o kadar, sinema adına kurgulanan bir hikaye yok. Bu kadar çok starı bir araya getirip heba etmek buna denir herhalde, ama Soderbegh'in bu konuda uzman olduğunu Ocean's serisinden zaten biliyoruz.

29 Ocak 2012 Pazar

Henry Joost ve Ariel Schulman ve Catfish (2010)

Sosyal medyada vücuda gelmiş olan sanal Dünya'nın insanlar üzerindeki etkileri üzerine etkileyici bir belgesel. Belgeseli yapanlardan birinin facebook üzerinden başlayan bir aşk hikayesinin nerelere vardığını şaşırarak izleyeceksiniz. Yer yer kurgu olduğu hissinden kurtulamama rağmen sonuna kadar ilgiyle izledim.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Jirí Menzel ve I Served the King of England (2006)

Uzun zamandır bir filmi izlerken bu kadar sıkılmamıştım. Muhtemelen kötü bir film değil, ama benim kötü bir günüme denk geldi sanırım. Çekoslovakya'nın naziler tarafından işgal edildiği dönemde, işgal edilen pek çok diğer ülke halkları gibi Çek'lerin de döneme ayak uydurmalarına, işbirlikçilerin bir anda her yerde bitmelerine, yolunu bulup zengin olanlara, Şarlovari komik bir karakterin hikayesi üzerinden tanıklık ediyoruz.

27 Ocak 2012 Cuma

Kurt Wimmer ve Equilibrium (2002)

Bu film maalesef büyük bir eforla "Matrix" olmaya çalışmış ama başaramamış. "Derin" distopik içeriği aksiyonla birleştirmek bu alanda rakipsiz "The Matrix"'in devam filmlerine dahi kısmet olmamıştı, "Equilibrium"'da çırpınmış, "Matrix"'e yoğun şekilde "1984" karıştırmış, oyuncu olarak da Christian Bale'i seçmiş ama olmayınca olmuyor. Her türlü duygunun faşist "büyük ağabey" tarafından yasaklandığı, hissetmeyince barışçıl yaşayan insancıklar görebileceğiniz bir dünya neye benzerdi diye merak ederseniz, buyurun "Equilibrium".

26 Ocak 2012 Perşembe

Jens Lien ve The Bothersome Man (2006)

Lien, "The Bothersome Man"'de ruhsuz boğucu şehirlere, kurumsal hayata, soğumuş insan ilişkilerine, kısacası modern hayata müthiş bir kara mizahla sağlam bir eleştiri getiriyor. Filmi izlerken her şey çok abzürtmüş ve fazlaca distopikmiş gibi gözükürken esasında ne kadar da gerçeğe yakın olduğunu ürkerek fark etmek mümkün. Filmin kara ve yavaş atmosferi sizi boğacakmış gibi duracak ancak boğulma hissinin kaynağını daha yakınlarda aramakta fayda var.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Glenn Ficarra, John Requa ve Crazy Stupid Love (2011)

Filmin ismi bence "Stupid, stupid, stupid" olmalıydı. Steve Carell, Ryan Gosling ve Julianne Moore bir araya gelince ortaya çıkan eser bu kadar yavan olmamalıydı, gülmeyi başaramadığım gibi bir hayli de sıkıldım. Uzun yıllık evlilikleri sarsılınca bir bakir misali tekrar piyasaya çıkmaya çalışan Carell'in karakterine, kadın avcısı Gosling'in karakteri destek veriyor. "Neden?" gibi temel bir soruyu filmin abzürt komedi olabileceği gerekçesiyle geçiştirebiliriz, ama sözde komik durumlar ağzımdaki aşağı meyletmiş kavisi düzleştirmeyi dahi başaramadılar.

24 Ocak 2012 Salı

Carlos Saldanha ve Rio (2011)


Son yıllarda çıkan büyük stüdyo animasyonları arasında en sevdiklerimden olan "Ice Age" serisinin yönetmeni bu sefer daha sıcak bir iklim seçerek Rio'dan bir kuşu hikayenin merkezine alıyor. Bence ortaya çıkan eser pek parlak değil; başı sonundan, bir sonraki sahnesi bir önceki sahnesinden belli, hep aynı çekmeceden çıkarılmış sıradan karakterlerle örülmüş hikayede sevimlilik katsayısı fena değil, renkler cıvıl cıvıl  ama sonuç hoş ve boş.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Mike Mills ve Beginners (2010)

Mills'in ses getiren "Thumbsucker"'ını henüz izleyemediğimden bu izlediğim ilk filmi oldu. Çok samimi bulduğum hikayecikler, Ewan McGregor'un mükemmel canlandırdığı Oliver'in etrafında şekilleniyor. Annesinin ölümünden sonra babası ileri yaşında eşcinsel olduğunu açıklıyor ve yıllarca bastırdığı bu yanını, ölümcül kansere yakalandığı haberiyle birlikte yaşamaya başlıyor. Onun son zamanında gerçek mutluluğu yakalamasında en büyük desteği sağlayan da, içinde ve yüzünde yoğun bir hüzünle yaşayan, toplumun tanımlayacağı şekilde hayata tam tutunmamış oğlu Oliver oluyor. Oliver'ın hayatına giren Anna'yla (Mélanie Laurent) olan ilişkisi de filmi iyicene ilgi çekici kılıyor. Bu film, bir nevi büyük bütçeli film furyasının yüzeyselliğinin antitezi gibi, sağlam bir detoks için tavsiye edilir.

Terrence Malick ve The New World (2005)

Malick sinemasına olan önyargılarımdan, "The Tree of Life" hakkındaki izlenimlerimi yazarken bahsetmiştim. Bu film, atomun parçalanmasından zor olan önyargımdan kurtulmamı sağlamıştı. Bu durumda Malick filmografisindeki eksiklerimi tamamlayabilmemin de önü açılmış oldu.
"The New World" artık kavramış olduğuma inandığım Malick imzasını çok net bir şekilde taşıyan bir yapım. Muhteşem görsellik, şiirsel dış anlatımla birleşince ortaya çok özgün ve güzel filmler çıkabiliyor. İngiliz sömürgecilerin Amerika'ya ayak basarak, yerli halkı sindirmelerini bir de Malick'in kamerasından izlemenizi tavsiye ederim. Colin Farrell, Q'orianka Kilcher ve Christian Bale de sunulan aşk üçgeninde çok başarılılar. Esasında beni çok rahatsız edebilecek sayısız klişe de filmde mevcut, ama bunlar artık otomatik olarak Malick filtreme takılıyor ki, filmin tılsımı bozulmasın.
Acaba diyorum, dönüp "The Thin Red Line"'ı da keskin yargılarımdan kurtulmuş halimle ve yönetmene saygı ve hayranlık duyarak izlesem sonunu getirebilir miyim? İyi bir sinefil olabilme yolunda, filmlere daha nesnel yaklaşabilmek lazım, ama yönetmenini bilmeden bir filmin başına oturma ihtimalim bir hayli düşük, yönetmeni bildikten sonra da kendiliğinden oluşan beklentilerden kurtulmak oldukça zor. Şu poster bile normalde bu filmden uzak durmam için yeterli sebep sağlardı.

19 Ocak 2012 Perşembe

Ümit Kıvanç ve 19 Ocak'tan 19 Ocak'a

Hrant Dink Cinayetiyle ilgili skandal dolu dava sürecini çok iyi özetleyen bir belgesel. Geçenlerde bunun örgütlü bir cinayet olmadığına kanaat getirenler, bu belgeseli ellerini vicdanlarına koyarak bir kez daha izlesinler.
HRANT için ADALET için


17 Ocak 2012 Salı

2011'in En İyileri

Yılın ilk yazısında kendime böyle bir yazı sözü verdiğimden, bir türlü de neler izlemişimi incelemeye beynim gitmediğinden, yazılara yine ara vermiş oldum, yazacak da bir sürü film birikti. Şu listeyi artık yaparak kendimi bu baskıdan azat etmek istiyorum. Bu liste, adının hakkını hiç veremeyecek, çünkü 2011'de yapılmış filmlerin büyük kısmını henüz izleyemedim. Listenin adı esasında şu şekilde daha doğru olacak; "2011'de izlediklerimden en beğendiklerim" Yapım yılını da 2010'la sınırladım ki liste 2011'le irtibatını tamamen kaybetmesin.
İlk üç sıradaki filmler, tüm yıl en beğendiğim üç eser, ancak listenin geriye kalanı belli bir sırayla dizili değil.

Darren Aronofsky ve Black Swan
Semih Kaplanoğlu ve Bal
Asghar Farhadi ve Jodaeiye Nader az Simin (A Separation)

José Padilha ve Tropa de Elite 2 
Woody Allen ve Midnight in Paris
Dardenne Kardeşler ve Le Gamin Au Velo
Terrence Malick ve The Tree of Life
Susanne Bier ve Hævnen
Julio Medem ve Habitación en Roma
Mike Leigh ve Another Year
Maren Ade ve Alle Anderen
Tom Tykwer ve 3
Seren Yüce ve Çoğunluk

2011'in en iyi dizisi de benim için büyük farkla "Downton Abbey" idi. Onu, HBO'nun maalesef çok haksız bir şekilde iptal ettiğini düşündüğüm "How to make it in America" izliyor.

Müşfik Kenter ve Orhan Veli

Unutmadan, evvelki hafta Müşfik Kenter'den Orhan Veli'yi dinledik, gözlerimiz kapalı...

4 Ocak 2012 Çarşamba

Hoşgeldin 2012!

Biten yılla birlikte bu güncenin de 2. yılı doldu, geçen seneki "Hoşgeldin 2011!"'de paylaştığım "günceyi devam ettirebilmiş olma" mutluluğunu umarım daha uzun yıllar buraya not düşebilirim.
Hemen bir bilanço çıkaralım; 2010'da yayınlanan 90 yazıya karşılık 2011'de 136 yazı bulunuyor, aylara göre dağılım da daha dengeli. 2010 başında 2096, sonunda ise 2237 kayıt gösteren izlenmiş filmler veribankam, 2011 yılı sonu itibariyle tam 2400 rakamını gösteriyor. Yani yılda 200 film hedefime ulaşamasam da biraz daha yaklaşabilmiş ve hemen hemen izlediğim tüm filmleri de buraya not edebilmişim. Yeniyılda bu günce için dileğim, hep oluşturmayı arzu ettiğim "en" listelerine vakit ayırarak, birkaçını burada paylaşabilmek olsun. Hatta bir sonraki yazım en iyi 2011 filmleri olsun.
Bakalım 2012 neler getirecek, bu satırlara rastlayanlara sağlık ve mutluluğun yanısıra sevdikleri yönetmenlerin yeni yılda onları hiç hayal kırıklığına uğratmamalarını diliyorum.