Malick daha önce izlemiş olduğum iki filmi itibariyle pek tuttuğum yönetmenlerden değildir. "Days of Heaven" (1978) etkileyici görselliği bir yana klişeleriyle yüzümü defalarca ekşitmeme sebep olmuş, pek beğenilen "The Thin Red Line" ise car car savaş ahkamı kesmesine dayanamayıp, nadiren ortasında bıraktığım filmlerden biri olmuştu. Bu sene "The Tree of Life" ile Cannes'da ödül almasını ise hemen önyargılarımla jüri başkanının hiç hazzetmediğim Robert De Niro olmasına bağlamıştım, halbuki yarışma filmleri arasında (henüz izlememiş de olsam) ne muazzam adaylar vardı.
Bu bilgiler ön ışığında kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere "The Tree of Life"'a olabilecek en düşük beklenti seviyesiyle başladım. Ancak sadece bu düşük beklentiyle açıklanamayacak şekilde olumlu yönde şaşırtttı beni bu film. Filmin çok bahsedilen (ve eleştirilere de sebep olan) sembolizmi ve dini referansları beni hiç ilgilendirmedi, onları es geçtim. Ama geriye kalan malzeme, özellikle de baba-oğul ilişkisi/gerilimi, kardeşlerin arasındaki bağ, müthiş oynayan annenin babayla oğlu arasında kalışı, her sahnesindeki muhteşem şiirsel görsellik beni çok etkiledi. İspiyon olmaması adına detayını vermeyeceğim filmin başındaki trajik haberin, filmin kalanında anlatılanları güçlendirme şekli dahi dahiceydi. Filmin merkezindeki ufak oğlana bu rolü nasıl oynattılar, o bakışları vermesini, gözlerinin içindeki sevgi-hayranlık-nefret karışımını izleyiciye geçirmesini nasıl sağladılar, bravo. Bazı kareler günlerce gözümün önünden gitmedi. Özellikle ilişkisi gerilimli her baba ve oğulun (popüler sinema dışındaki türlere de ilgi duyanlar diye kümeyi kısıtlayalım) izlemesini tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder