2023'te ilk okuduğum kitap Nobel ödüllü yazar Ishiguro'nun "Klara and the Sun"'ı oldu. Ishiguro'nun daha önce "Buried Giant"'ını bayılarak okumuş, "Never Let Me Go" ve "Remains of the Day"'in de film versiyonlarını izlemiştim.
Distopik bir Dünya'da geçen romanda yapay zeka sahibi "çocuk" robotlar, evlere birer hizmetli olarak satın alınabiliyorlar. Yeni versiyonları çıktıkça, daha geniş yeteneklere sahip olan bu robotlar, geliştikçe insanlar arasında giderek daha bir kuşkuyla bakılır hale geliyorlar, evlere kadar sızmış olmaları bir nevi korkuyla karışık (yapay zekalara karşı) ırkçılığa yol açıyor. Bu yapay zekalı robotlar tek kalıptan çıkmış fabrikasyon birer ürün değiller, karakter olarak birbirlerinden (rastlantısal) farklılaşan bir mizaca sahipler. Hikayenin baş kahramanı Klara meraklı, naif ve iyimser bir karaktere sahip bir yapay zeka. Satış mağazasında adeta öksüz bir çocuk gibi kendisini sahiplenecek bir ailenin gelişini beklemekte ve biz okuyucular da onun iç sesini dinlemekteyizdir. Bir gün kronik ve ölümcül olabilecek bir rahatsızlığı olan ergen kız Josie ve annesi tarafından, Josie'ye arkadaşlık etmesi ve ona göz kulak olması için satın alınıyor.
Kitabın devamına girmek sürpriz bozanlar içerecektir, o sebeple detaya girmeyeceğim. Bana çok yoğun şekilde çocukluğumuzun meşhur çizgi filmi, İsviçre Alpler'indeki Heidi'nin, şehirdeki hasta Klara'nın yanına gitmesi ve o ailenin bir parçası olmasını anımsattı. Kızların ilişkileri ve bir araya geliş sebepleri arasında büyük paralellikler bulunuyor. Hatta Heidi'nin arkadaşı çoban Peter da, Josie'nin çocukluk aşkı, doğa dostu Rick olarak çıkıyor karşımıza. "Anne" karakterleri arasında da büyük benzerlikler var. , her iki anne de eve gelen "bakıcı" arkadaşa karşı çok temkinli ve yer yer okuyucuyu tedirgin edici bir tavırla yaklaşıyorlar. Böyle bir esinlenme var mı diye araştırmadım, ama böyle bir benzerliği yoğun şekilde kitap boyunca hissettim.
Chatgpt'nin hayatımıza girdiği (Cem'in okulunda aktif şekilde kullanılmaya başladı bile.) şu günlerde, yapay zekanın gelişimi ve hayatlarımıza sızıyor olması, sayısız felsefi sorunun daha net bir şekilde zihinlerimize düşmemizi sağlıyor. İnsanı insan yapan nedir? Çok gelişmiş bir yapay zeka bir gün insanın yerini alabilir mi? İnsan gibi sevebilir mi, insan gibi sevilebilir mi? Zamanla insanlar onlara karşı nasıl bir tavır alacaklar, onlar insanlara karşı nasıl refleksler, kompleksler geliştirecekler?
Yapay zeka sorunsalının yanı sıra, kitabın işlediği diğer bir tema da beni çok değişik yönlere düşünmeye sevk etti. Anlatılan distopik Dünya'da varlıklı ailelerin çocukları okul çağına geldiklerinde genlerine yapılan tıbbi bir müdahale ile "yükseltiliyorlar". Bu yükseliş, yüksek eğitim görmek için ve toplumda ayrıcalıklı bir yer edinebilmek adına adeta bir norm haline gelmiş. "Yükseltilmiş" Josie ile maddi imkanları buna elvermemiş (annesi de tercih etmemiş) olan "yükseltilmemiş" Rick arasında da bir uçurum yaratıyor bu durum, ilişkilerine ve küçüklüklerinden itibaren birlikte kurmakta oldukları gelecek hayallerine de yansıyor.
Bizim ülkemizde, özel okula (hatta imkan var ise iyi bir (veya çok iyi bir)) özel okula gönderilmiş çocukla, bu imkana sahip olmayan çocuk arasında oluşan imkan uçurumuna benzer olan bu durum, distopik bir ülkede yaşıyor olduğumuza da bir nevi işaret ediyor. Velilerde sıklıkla gözlemleyebildiğim akıl almaz ve aç gözlü hırs, bana velilerin "yükseltme" teknolojisi ülkemize gelir gelmez (hatta imkanı olan ABD'ye, muhtemelen gelecekte Çin'e koşturarak), ilgili operasyon merkezleri önünde uzuuuun kuyruklar oluşturacaklarını, araya tanıdık, fors ne varsa sokmaya çalışacaklarını düşündürüyor.
Kitapta net bir şekilde ortaya konmuş olmasa da, bu "yükseltme" işlemi ile Josie'nin rahatsızlığı arasında bir bağ bulunduğunu hissediyoruz. Günümüz biliminin de ortaya koyduğu üzere, belli fonksiyonlara sahip olduğunu bildiğimiz genlere yapılabilen müdahaleler, başka noktalarda öngörülemeyen çok farklı sonuçlara yol açabiliyor. DNA örgülerimiz arasında, gizemini çözemediğimiz çok karmaşık bağlar bulunuyor. Çocuklarımızın gelecekleri için onları soktuğumuz bu ucube eğitim sistemi de, onlarda hiç öngöremediğimiz bambaşka hasarlara yol açıyor. Ben keza sadece gözlemleyebildiğim kadarıyla, kendi çocuklarımda yaratıcılıklarının ve meraklarının nasıl yok edilmeye çalışıldığına ve kısmen bunda başarılı olunduğuna bizzat şahit olabildim.
Rick, mühendislik konusunda çok doğal yeteneklere sahip ve kendi çabalarıyla kendini eğitmiş ve kuş şeklinde drone'lar (uçan robotlar) üretmekte olan bir delikanlı. Onun "yükseltilmemiş" olmasına rağmen, yüksek öğrenim görebilmesi için hasta annesinin vermekte olduğu mücadele, günümüz Dünya'sına çok vurucu bir ışık tutuyor. Zenginlerle fakirler arasında her anlamda giderek açılmakta olan makasın, artık eğitimde fırsat eşitliğinin de neredeyse imkansız hale gelmesi sebebiyle, kolay kolay kapanmayacağının altı çiziliyor.
Kitaba ismini veren Klara ile Güneş arasındaki bağ ise, yapay bir zekanın bir kere var olduktan sonra düşünce, kabulleniş ve inanışlarında nereye evrilebileceğinin öngörülemezliği hakkında düşündürdü beni. İnsan olarak bizim zihnimizde topladığımız bilgilerden kaynaklı verilerin yanı sıra, matematiksel olarak (belki de sadece henüz) ortaya konulamayan bir bilincimiz, bir vicdanımız bulunuyor. Yeterince gelişmiş bir yapay zeka, belki de otonom şekilde bir bilinç/vicdan geliştirebilecek noktaya geldiğinde, bu durum tamamen insanın kontrolünün dışına çıkacak. Günümüz bilim kurgu külliyatı büyük oranda bu konuya yönlenmiş durumda. "Klara and the Sun" sonrası başladığım ve şu aralar okumakta olduğum, Martha Wells'in "Murderbot" kitap serisi de bu konuyu işliyor. Seriyi bitirince günceye not düşebilmeyi umuyorum.
Ishiguro'nun bu son romanı, tüm bu konuları ve nicesini çok güzel bağlar örerek, farklı analojilerle irdeliyor. Kitabın ortalarına kadar da kanımca hikaye çok sürükleyici bir şekilde ilerliyor, ama kitabın ortasından itibaren, biraz da (o tedirgin edici) gizemini ortadan kaldırdıktan sonra, ritminde hafif aksamaya başlıyor. Sonuna kadar çok keyifle okumakla birlikte, ikinci yarısı itibariyle dimağımda birazcık ham bir tat bıraktığını not düşmeliyim.