10 Kasım 2019 Pazar

Stefan Zweig - Dünün Dünyası


Evimize yakın belediye kütüphanesinde rafları karıştırırken, Nina lise yollarında okumuş olduğu ve özellikle diline hayran kaldığını hatırladığı Stefan Zweig'ın otobiyografisi "Die Welt von Gestern"'i tavsiye etti. Hemen ilk bir kaç sayfada çevirinin çok iyi yapıldığından emin olduktan sonra alıp okumaya başladım. Ben de lise yıllarımda "Satranç" kitabını okuyup beğenmiştim, ama sonrasında yollarımız Zweig'la bir daha kesişmemişti. 19. yüzyılın sonlarında çocukluğundan başlayıp, eşiyle birlikte sürgünde Brezilya'daki intiharına kadar geçen döneme Zweig'ın penceresinden tanıklık ediyoruz. Her ne kadar kitap bir intihar niyeti/eğilimi ile sonlanmasa da "Dünün Dünyası"'na dönüşün artık kalıcı şekilde mümkün olamayacağına dair inancının, yaşama arzusunu körelttiğini rahatlıkla yazdıklarından anlayabiliyoruz.  Akıcı ve sürükleyici bir dille yazılmış otobiyografi kendini bir çırpıda okutuyor. Dönemin en ünlü yazarları, düşünürleri, sanatçıları, toplumun önde gelenleriyle tanışıklıkları, kurduğu dostluklar, yaptığı seyahatler, döneme dair gözlemleri gerçekten imrendirici derecede zengin. 1. Dünya Savaşı'na giden yolda toplumun farklı kesimlerinin gözünde, özellikle de entelektüellerin gözünde mümkün olmayacağına dair inanç, savaşın gelişini hızlandırmış. Olması gereken, gerilimleri azaltacak adımların atılması, uluslararası düşünürlerin, toplumun ileri gelenlerinin sağlıklı bir diyaloğa katılım sağlamaları bir yana, çoğunluk, en eğitimlisi, bilgilisi dahil kendini koyu milliyetçi akımlara kaptırmış. 1. Dünya Savaşı'nın getirdiği yıkımlar gözler önündeyken, akabinde hemen 2. Dünya Savaşı'nın göz göre göre geliyor olması, bir narin porselen kadar zarif ve kırılgan ruhlu Zweig'ı çok sarsıyor. Viyana'lı bir Yahudi olarak yerinden yurdundan oluyor. Gittiği her yerde büyük bir sevgi ve saygıyla karşılansa da ait olamama duygusundan bir daha kurtulamıyor. Çektiği tüm acılara rağmen, öfkeyle dolu yaşamıyor, yazmaya, üretmeye devam ediyor, diyalog kuruyor. Hatta o kadar tarafsız kalmayı başarabiliyor ki (her ne kadar kitapları tabii ki yasaklansa da) Nazi rejimi tarafından dahi bir nevi saygı görüyor. Kitapta çok ilgimi çeken bir nokta da, Zweig'ın Dünya'ya ve topluma çok naif bir bakış açısı olması. Viyana'lı varlıklı burjuva bir aileden olması, özellikle yoksul kesimlere çok pembe gözlüklerle bakmasına sebep oluyor. Dünün Dünya'sını tasvir ederken, sadece kendi Dünyası'nın değil işçi sınıfının da pek iyiye giden hayatlarının savaşlarla alt üst olduğunu düşünüyor. Endüstri devriminin dümdüz ettiği proletaryaya bu kadar öznel bir bakış açısıyla yaklaşması, burjuvazinin körlüğü konusunda çok somut bir örnek. Evet o dönemde televizyon, internet gibi bilgiye hızlı ulaştıran mecralar yok, ama gazeteler, kitaplar var. Marx ve Engels var, Sovyetler'de yaşanan Bolşevik devrimi var.  Bu kadar akıllı, birikimli, okumuş, görmüş geçirmiş bir yazarın, bir küçük çocuk saflığıyla Dünya'da zaten yüzyıllardır mevcut olan adaletsizliklerden, ezilenlerden, daha doğrusu gidişatın iyiye olmadığı konusundan bihaber bir tablo çizmesi gerçekten şaşırtıcı. Ama tabii kitabı esas değerli kılan da, ansiklopedik nesnel bir anlatım değil de, Zweig'ın gözünden bir dönemi anlatıyor olması.


Hiç yorum yok: