24 Ağustos 2010 Salı

Roman Polanski ve Ghost Writer (2010)

Polanski'nin skandallarla dolu hayatı yaşı artık epey ilerlemiş de olsa hala gündemden düşmüyor ama sinemasının gücü, filmlerinin özel hayatının gölgesinde kalmasına engel oluyor.
Bugüne kadar izleyebildiğim filmlerine kronolojik sırayla ve birer cümleyle değinirsem;

Knife in the Water (1962) : Polanski'nin bu uzun metrajlı ilk filminde tekneyle seyahate çıkacak bir çiftin, yoldan bir otostopçuyu da yanlarına almaları üzerine klostrofobik bir ortamdaki başarıyla verilmiş gerilimi izliyoruz. Bu filmin hatırladığım kadarıyla Nicole Kidman'lı kötü bir Hollywood taklidi de mevcut, taklidinden uzak durulup orijinali seyredilmeli.
Repulsion (1965) : Büyüleyici Catherine Deneuve'ün merkezinde olduğu şaşırtıcı ve sıradışı bir film.
The Fearless Vampire Killers (1967) : Polanski'nin hem yönettiği hem de başrollerden birinde olduğu bu vampir filminde yönetmen yine şaşırtıyor, çünkü bir vampir filmini komedi tarzında çekiyor. Şahsen benim çok beğendiğim bir film değil.
Rosemary's Baby (1968) : Polanski'nin kesinlikle en sevdiğim filmi. Bu filmi mutlaka, konu hakkında hiçbir ön bilgi sahibi olmadan izlemek gerekiyor. Mia Farrow'un performansı da muhteşem.
Chinatown (1974) : Sürekli farklı türleri deneyen Polanski'den 50'li yılların film-noir'larına başarılı bir gönderme.
Frantic (1988) : Eşi birden kaybolan Harrison Ford kendini sürükleyici bir kovalamaca içinde bulur.
Death and the Maiden (1994) Sigourney Weaver Avatar'da karizmayı boydan boya çizdirene kadar keşke yine bir Polanski filminde yer alsaymış.
The Ninth Gate (1999) : Polanski gizemli bir kitap etrafında etkileyici bir atmosfer oluşturuyor, Johny Depp'in varlığıyla da film bir kat daha değerleniyor.
The Pianist (2002) : Yüzlerce filme konu olmuş bir dönemle ilgili bir film çekip, yeni bir şeyler söyleyebilmek, hem de böyle bir görsellikle ancak Polanski gibi bir yetenekle mümkün olabilirdi.
Oliver Twist (2005) : The Pianist'le büyük kitlelere ulaşan Polanski aynı başarıyı Oliver Twist ile tekrarladı. Dickens'ın romanının çok başarılı bir filme aktarımı.
The Ghost Writer (2010) : Gelelim Polanski'nin son filmine. İtiraf etmem lazım ki, filmsiz geçen aylardan sonra, sırf imdb'de ilk 250'ye girdi diye "Kick-Ass"i izleme gafletinde bulundum. Her ne kadar ilk 20 dakikasında ümitli idiysem de bence çok çok kötü bir filmdi ve acilen sinefil damarlarımdaki tansiyonu düzene sokacak bir filme ihtiyacım vardı. Hemen her filmini çok beğendiğim bir yönetmenin filmini izlemek, yapılacak en sağlam adımdı. Polanski yüzümü kara çıkarmadı. "Ghost Writer" gerçekten derli toplu bir film ve dolaylı olarak çok sert bir ABD - Birleşik Krallık kritiği var. Pek çok insan gibi ben de Birleşik Krallık'ın Irak işgalinde ABD'ye, bir çocuğun dahi güleceği içi boş argümanlarla verdiği tam desteğe çok tepkiliyim. Tabii esasında biliyoruz bunun arkasında petrol yataklarına hükmetmek gibi çok "gerekli" gerekçeler olduğunu ama Polanski daha güzel bir açıklama getiriyor. Seyretmemişlere daha fazla ispiyon vermemek adına burada konuyu uzatmayıp, hemen her rolünde beğendiğim Ewan McGregor'un da büyük katkısının olduğu filmi tavsiye edelim.

Hiç yorum yok: