19 Ağustos 2010 Perşembe

(D) ARA (L)

Bazen hayatlarımızda o kadar yoğun çalışmak zorunda kaldığımız dönemler oluyor ki kendimizi, yaşadığımızı, bu dünya'ya bir kere geldiğimizi unutabiliyoruz. Şu son iki üç ayda bu şekilde bir yoğunluktan geçerken fark ettim ki, bu güncenin benim açımdan bir diğer güzel işlevi de, kendimi unuttuğum dönemlerde beni kendime gelmem yönünde uyarması. Yazamayacak kadar kimse vakitsiz olamaz ama yazamayacak kadar herkes yorgun olabilir ancak daha da acıklısı yazılacakların olmamasıdır. Yazmak için yaşamak, benim tanımımla bir film seyretmek, bir oyun, bir konser izlemek, bir kitap okumak, bir sergi gezmek, güzel bir müzik dinlemek gerekir. Eğer bunların hiçbiri yapılamıyorsa denize fazla açılındığı, dalgalarla fazla boğuşmanın sonunun olmadığı, bir an önce sakin dingin koya geri yüzülmesi, hatta sudan çıkıp gölge bir yere uzanılması gerektiği hatırlanmalı, öncelikler her sabah tekrar tekrar yinelenmeli.
Herkes gibi ben de hayatımın çeşitli dönemlerinde çok yoğun dönemlerden geçmişimdir ama beynimin yukarıda saydığım eylemleri gerçekleştirmemle ilgili kısmının, yoğunluk ve yorgunluktan değil de, özellikle belirsizliklerden kaynaklanan yoğun stresten dolayı tamamen bloke olduğunu fark ettim (son haftalarda İstanbul'da yaşanan dayanılmaz sıcakları da unutmamalı). Bu blokaj olduğu sürece boş bir vakit bulsam da yapabildiğim tek şey boş boş duvara bakmak veya boş bir duvardan farkı olmayan televizyona bakmak, evet maalesef uzun yıllar televizyon izlemeden yaşadıktan sonra şu son zamanda tekrar televizyonun düğmesine dokundum, gereksiz siyasi tartışmaları ve bir de gerekli mi gereksiz mi karar veremediğim (insan doğasıyla ilgili çok ilginç bir belgesel olan) Survivor'ı izledim. Bu sabah itibariyle stresime en büyük kaynak olan konuyu atlatmam itibariyle kendime televizyonun düğmesine Formula1 olmadığı sürece (bir de Survivor finalini izliycem:)) dokunmama sözü veriyorum.
Bu akşam eve gidip güzel bir film izliycem.

Hiç yorum yok: