19 Aralık 2010 Pazar

Christopher Nolan ve Inception (2010)

Nolan, hakkında kafamın en karışık olduğu yönetmenlerden biri. Sadece "Memento" ve "The Prestige"'i seyretmiş olsam çok beğendiğim yönetmenlerden sayabilirdim. Ama arada "İnsomnia" gibi biraz da Al Pacino alerjimden kaynaklı son derece kötü bulduğum bir filme imza attı. "Batman Begins", Hollywood'un arka arkaya ürettiği görsel efekt ve aksiyonu bol, içi bomboş onlarca süper kahraman filmleri arasından başarıyla sıyrılırken, gidip "The Dark Knight" gibi klişe karakterlere bulanmış hiper aksiyon çorbası kaynattı. Eski batman filmleri de pek kayda değer değildi ama bence esas joker Jack Nicholson'un jokeri idi. Rahmetli Ledger'in jokerinin bence jokerle bir alakası yoktu. Filmde yüzbinlerce mantık hatası, hiç bitmeyen aksiyon sahnelerinin altına süpürülmüştü.
Sonuç olarak bence Nolan sinemasını tamamen geniş kitlelerin sevdiği ana akım aksiyon filmlerinde mükemmelleşmeye feda etti. Ve aldığı tepkilere bakılırsa gerçekten de bu türün formülünü kusursuz bir şekilde oturtmuşa benziyor.
"Inception"ı izlemeye bu düşüncelerle başladım, ve maalesef (kendi açımdan "maalesef", ama büyük çoğunluk için anlaşılan "şükür ki") Nolan'ın kendisini tamamen bu türde kaybettiğine şahitlik ettim. Bir film bu kadar mı boş, ve anlamsız olur, bu kadar mı sırf aksiyon sahnelerine yüklenir. Filmin ilk yarısı en sinir olduğum şekilde "aptal seyirci"ye pek bir karmaşık ve derin olan konunun didaktik bir şekilde anlatılmasıyla geçiyor. Buna Hollywood'un klişe çekmecelerinin en üstünden çıkarılmış bir "unutulamayan, travmalara sebep olan ölmüş sevgili" dramı ekleniyor. Ondan sonra ver elini köküne kadar aksiyon sahnesi. Kahramanlarımız kendilerini bilinç altındaki bilinç altlarında koştururken buluyorlar. Bir karakter ölürse şurada kesinlikle hapsolunur, mahvoluruz diye anlatılan, bir karakter ölünce, madem öyle o zaman böyle yaparız oluverir denerek geçiştiriliyor. İnsanoğlunun bilinçaltı denen karmaşık düzenek adeta bir bulaşık makinesi kullanım kılavuzuyla çözülebilecek bir olguya indirgeniyor. Freud herhalde mezarında fıldır fıldır dönmüştür.
Bu tür filmlerde maalesef efektler ve aksiyon sahneleri anlatılanları desteklemek için kullanılmıyor, sanki belli olan ana konu çerçevesinde önce bir görsel efekt ve bir aksiyon sahneleri ekibi bu sahneleri planlıyor, ondan sonra bu parçaları birleştirmek için senaristler deveye hendek atlatmakla kalmayıp saltolar attırıyorlar. Bir de bir yerde filmin sonunun açık olduğuna dair şikayetler olduğunu okuyunca çok hayret ettim. Esas filmin sonunun açık olmaması, filmin saçmalıklarına olan kızgınlığımı katlamıştı. Seyredenler anlayacaklar; eğer o zımbırtı dönerken film bitseydi, yani devrilip devrilmediğini görmeseydik, o zaman filmin sonu açık olmayacak mıydı?
Neyse, gerçekten de çok üzüldüm, ve daha kötüsü sinirlendim. Beni aptal yerine koyan, gözümü binbir masakaralıkla boyamaya kalkışan filmlere sinirlenmeden edemiyorum. Bu filmin nesine bayıldı insanlar benim için büyük bir muamma.

Hiç yorum yok: