17 Ağustos 2011 Çarşamba

Zülfü Livaneli ve Serenad (2011)

Zülfü Livaneli, sanatın pek çok dalına el atıp, hepsinde de başarılı olabilen çok nadir sanatçılardan biri. Elime geçtikçe romanlarını büyük bir beğeni ile okuyorum. Başta "Mutluluk" olmak üzere (çok kötü bir şekilde filme aktarıldı, ama roman mükemmeldi), "Leyla'nın evi" ve "Son ada" beğendiğim diğer kitapları. Bu romanlara bakınca, sadece sanatın farklı dallarında eserler vermediğini, tek bir dalın da alt türlerine el attığını ve kendini tekrarlamadığını görüyoruz. Son kitabı "Serenad"da da bu kural değişmiyor, daha önce yazdıklarından farklı olarak bu sefer bir tarihsel roman sunuyor okurlarına. 2. Dünya savaşında yahudi soykırımından kaçarak Türkiye'ye sığınan bilim ve sanat insanlarının hikayesi, ülkemize büyük katkılar yapmış bu insanlardan birinin, yıllar sonra İstanbul'a yaptığı kısa bir ziyaret üzerinden anlatılıyor. Genelde okuduğum tarihi romanların edebi yanları biraz kısa kalır, anlattıkları hikayeye polisiye ögeler katarak okuyucuyu romana bağlarlar. Livaneli'nin eseri de bu tanıma uyuyor. Zayıf yönlerine değinirsem, başından itibaren kurmaya çalıştığı gizem bence çok açıktı, ve elindeki malzemenin tamamını romanın içine yedirme çabası da yer yer bana zorlama geldi. Hikayenin merkezindeki kadın karakter fazla sıradandı, daha önce bu tür yazılmış pek çok romanda rastlanabilecek bir karakterdi. Romanın beğendiğim yanı ise akıcı bir dili olması ve tutturduğu kurgu üzerinden, çoktan unutulmuş, muhtemelen hiç bir zaman hak ettikleri değeri halk nezdinde alamamış bu değerli akademisyenlere ışık tutmasıydı. Muhtemelen filmlerde denk geldiyse bahsetmişimdir, kanaatimce 2.Dünya savaşında yapılan katliamın tek sorumlusu Almanlar değildir, olan biten her şeyin farkında oldukları halde seyirci kalan tüm milletlerdir. Türkler'in de bir yandan katliamdan kaçanlara kucak açarken uyguladığı çifte standarta, bu kitapta üzülerek şahit olacaksınız.

Hiç yorum yok: