Bazı filmler vardır, insan izleyince dağılır, bir süre kendine gelemez. Beni de dağıtan pek çok film olmuştur, ilk aklıma gelen de "Requiem for a Dream"'dir. Uzun zamandır dağıldığımı hatırlamıyorum, ancak hiç beklemediğim bir anda "Cafe de Flore" beni darma duman etti. Çok beğendiğim yönetmenlerden Jean-Marc Vallée'nin izlediğim filmlerine daha önce şu yazıda değinmiştim.
Bu son filminin amacı "Requiem for a Dream"'deki gibi insanı göstere göstere dağıtmak da değildi, hatta içinde sansasyonel hiçbir olay da yoktu. Basit ve esasında sıradan bir aşk hikayesi, ruh ikizini bulma/bulamama durumu ve özellikle aşk acısı olarak binlerce filmin ortak paydasına yazılabilecek kavramlar, bu eserde benim için çok özel bir yere oturuyor. Yönetmenin paralel ilerleyen iki hikaye arasında kurduğu analojiye olan hayranlığımı kelimelerle ifade etmem çok zor. Kimsenin beklentisini yükseltmek istemem, pek çok insan pek çok farklı sebepten bu filmi hiç beğenmeyebilir, ama benim derimin altına sinsice nüfuz ederek, başta göz pınarlarımın bağlı olduğu sinirler olmak üzere ciddi bir tahribata yol açtı. Vanessa Paradis ve Hélène Florent'in müthiş oyunculuklarının da hakkını vermek lazım. Kısacası benim için çok çok çok özel bir film.
1 yorum:
yorumlarını okuyunca bu filmi izleden olmazdı.ve izledim degişik bakış açıları görmek cok guzel tesekkurler.
Yorum Gönder