15 Nisan 2021 Perşembe

Cannes 2018

Cannes Film Festivali'nde yarışma adaylarına değindiğim yazılara 2018 yılı ile devam ediyorum. Film kalitesinin kanımca çok yüksek olduğu bir yıl idi. Büyük usta Godard'ın yarışmada değil de keşke farklı bir kategoride gösterilseydi dediğim deneysel yapımını paranteze alırsam, 2 film dışında hepsini beğendim.

Cold War - Paweł Pawlikowski 10/10

Sinemanın büyüsünün beni sapasardığı bir başyapıt. Pawlikowski'nin Ida (2013)'sına da bayılmıştım, aşk, tutku ve özgürlük üzerine söyleyecekleri olan bu filmi de kusursuz buldum. Polonya'da yerel halk müzik ve danslarına tutkuyla bağlı olan bir ikilinin aşkları, savaş sonrası Sovyet etkisi ve baskısı altındaki ülkede ciddi bir sınava tabi olur. İnsan tutkularını geride bırakarak özgürleşebilir mi? Zaman içinde ani zıplamalar yaparak, klasik bir aşk anlatısının kalıplarını kırıyor yönetmen. Aradaki boşlukları doldurmak izleyiciye kalıyor. Müthiş bir siyah - beyaz estetikle donatılmış film benim için 2018 yılında Altın Palmiye'yi de en çok hak edendi.

Capernaum - Nadine Labaki 9/10

Daha önceki bir yazıda, hastası olduğum Labaki'ye ve bu filme değinmiştim. Küçük bir oğlanın savaş ve sefalet içinde kendinden daha da küçük kardeşini korumak için verdiği varoluş mücadelesini ve ailesini kendisini doğurdukları için dava etmesini yürekleri paralayarak (ama sömürmeyerek) anlatıyor.

Burning - Lee Chang-dong 9/10

Yine daha önceki yazılarda yazar Murakami'nin kitaplarına olan sevgimden bahsetmiştim. Murakami kitaplarının ve karakterlerinin ruhunu daha iyi yansıtabilecek bir film düşünemiyorum. Onun bir kısa hikayesinden yola çıkan filmde, kahramanımız tutulduğu kızı kaybederek, onu arar. Klasik Murakami ögeleri aşk, gizem ve kedilerle örülü yapım başı, ortası, sonu olan bir hikayeden çok belli bir "ruh hali"ni anlatıyor.

Ayka - Sergey Dvortsevoy 9/10

Türki Cumhuriyetler'den bir genç kız, hayallerini gerçekleştirmek için Moskova'ya kaçar. İşler hiç de hayal ettiği gibi gitmez ve sefaletin dibine vurur. Filmin başında, yeni doğum yaptığı hastaneden bebeğini terk ederek kaçan Ayka'nın peşinde borç aldığı tefeciler de vardır. Yönetmenin kamerası Ayka'yı hiç kadrajından kaçırmıyor, sürekli ona yakın geziyor. Adeta bir gizli kamerayla çekilmiş belgesel havası taşıyan filmde, Ayka'nın çaresizliğini, çırpınışını iliklerimize kadar hissediyoruz. Dvortsevoy'u takip ettiğim yönetmenler listeme hemen aldım.

Ahlat Ağacı - Nuri Bilge Ceylan 9/10

Türk sinemasının medar-ı iftiharı Nuri Bilge Ceylan ardı ardına başyapıtlar üretmeye devam ediyor. 3 kuşak baba oğulun çarpıcı öyküsünü izliyoruz. Doğduğu toprakta kaderine hapsolmuş babasını küçük görerek, kendi yolunu çizmeye çalışan kahramanımızı da, tüm çırpınmalarına rağmen, kaderin görülmeyen pençeleri aşağı doğru çekmektedir, sıkıştığı taşradan çıkamamaktadır. Bir başına, uyumsuz, biçimsiz bir ağaç olarak Ahlat Ağacı, ülkemizde eğitim sisteminin çarpıklığı ve yetersizliğiyle, toplumun cehaleti ve mahalle baskısının etkisiyle, biçare kalmış genç bireylere işaret ediyor. Ceylan, her filminde olduğu üzere, ismi konmamış belli insanlık hallerini, duygularını o kadar katıksız ve yalın bir şekilde anlatıyor ki, hayran olmamak elde değil. Hele bir de öyle vurucu bir finali var ki bu filmin, gözyaşlarım sel oldu aktı.

Shoplifters - Hirokazu Koreeda 8/10

Filmlerinin büyük kısmını izlediğim, Ozu'nun mirasçısı olarak gördüğüm Koreeda'nın tüm filmlerini çok seviyorum. 2004 yapımı Nobody Knows favorilerimdendir. Aileleri tarafından terk edilmiş küçük çocukların yaşam mücadelelerini anlatmıştı. Shoplifters'da aynı temayı alarak biraz daha geliştirmiş. Sadece dışlanmış çocukları değil, bir şekilde ailelerinden kopmuş, dışlanmış bir ergenin, bir büyükannenin ve yetişkinlerin bir arada yaşamalarını anlatıyor. Bir şekilde birbirlerini bulmuş bu karakterlerin temel geçim kaynakları hırsızlık yapmaktır. Koreeda her filminde olduğu üzere "aile" kavramını derinlemesine irdeliyor. Bu karakterler, gerçek ailelerinde bulamadıkları sevgiyi, kan bağları olmayan yapay bir ailede bulabilirler mi? Çarpıcı finali ile hafızamda kalıcı bir yer edinen Koreeda'nın bu filmi Altın Palmiye ödülünü kucakladı.

En Guerre - Stéphane Brizé 8/10

Yeterince karlı olmadığı gerekçesiyle Fransa'da kapatılmasına karar verilen bir fabrikada işçilerin, işlerini kaybetmemek için verdikleri mücadele, yine çok çarpıcı ve belgesele yaklaşan bir gerçeklikle anlatılıyor. Bölgenin en önemli işvereni olan fabrikanın kapanması, çalışanların muhtemelen bir daha hiç iş bulamamalarıyla sonuçlanacaktır. Fabrikanın kapanmaması için hem devletle hem de küresel firmanın üst yönetimiyle bir araya gelebilmek için büyük bir mücadele verirler. Diğer yandan kendi içlerinde de bir çok çekişmeler olduğunu görürüz. Kapitalist düzenin acımasızlığını tüm çıplaklığıyla ortaya seren, Vincent Lindon'ın müthiş oyunuyla taçlanan çok güçlü bir söylemi olan kaliteli politik film örneği.

Asako I & II - Ryūsuke Hamaguchi 8/10

Yönetmen Hamaguchi izlediğim ilk filmiyle takip etmek istediğim yönetmenler arasına girdi. Baş kahramanımız olan içine kapanık Asako, gençlik aşkı kendisini terk ettikten sonra yaşadığı yerden ayrılarak çalışmak için gittiği Tokyo'da, eski aşkına ikizi kadar benzeyen ancak çok farklı bir karaktere sahip olan biriyle tanışır. Eski ve yeni ilişkiler üzerine düşündüren, çok sade bir film. Bir hayli Murakami tadı da aldım, ama uyarlandığı romanın yazarı Tomoka Shibasaki imiş.

Dogman - Matteo Garrone 8/10

Gomorra (2008), Reality (2012) ve Tale of Tales (2015) yönetmeni Garrone'den çarpıcı bir film daha geldi. İtalya'daki otoritenin terk ettiği bir kıyı kasabasında, ahali bir zorbanın insafına kalmıştır. Köpek bakıcısı olan kahramanımız bu zorbanın tam zıddı şekilde ufak tefek gariban bir adamdır ve zorbanın her türlü işkencesine katlanmak zorundadır. Günümüzün vahşi Dünya'sında insanlığın içinde bulunduğu yozlaşmışlığın, 3-5 zorbanın elinde geniş kitlelerin savrulmasının başarılı bir alegorisi.

Yomeddine - Abu Bakr Shawky 8/10

Mısır'da tüm cüzzamlıların bir araya toplandıkları ve toplumun geriye kalanından dışlandıkları bir bölge bulunmaktadır. Hastalıktan kurtulmuş olsa da, cüzzamın izlerini suratında ve vücudundaki deformasyonlarda taşıyan kahramanımız, eşini kaybedince, kendisini çocukken terk etmiş olan ailesini bulmaya karar verir. Kimsesizler yurdundan arkadaşı olan küçük oğlan da ona bu yolculuğunda eşlik eder. 2018 Cannes'ının benim için en güzel sürprizlerinden olan bu sıra dışı film, farklı olanın hemen toplumdan dışlanmasına dair çok samimi tespitlerde bulunuyor.


Bakiye Filmler;

Ash Is Purest White - Jia Zhangke 7/10

Happy as Lazzaro - Alice Rohrwacher 7/10

BlacKkKlansman Spike Lee 7/10

Les filles du soleil - Eva Husson 7/10

3 Faces - Jafar Panahi 7/10

Under the Silver Lake - David Robert Mitchell 7/10

Everybody Knows  - Asghar Farhadi 7/10

Leto - Kirill Serebrennikov 7/10

Plaire, aimer et courir vite - Christophe Honoré 5/10

Couteau Dans Le Cœur - Yann Gonzalez 5/10

Le livre d'images - Jean-Luc Godard ??/10

Hiç yorum yok: