Geçen sene izleyip yazamamış olduğum animasyonlar;
Hayao Miyazaki ve Porco Rosso (1992)
Büyük hayranı olduğum Miyazaki'nin filmografisinden tek eksiğim "Porco Rosso" idi, sonunda bu açığı kapama fırsatını buldum. Miyazaki hayalgücünün güzel örneklerinden biri olan anime, 1920'lerde domuz görüntülü usta bir pilotun hava korsanlarına karşı verdiği mücadeleyi konu ediyor. Günlük güneşlik bir atmosferde geçmesine rağmen, baş karakteri ve aşkı itibariyle yoğun olarak film-noir ögeleri taşıması Miyazaki'nin güzel sürprizlerinden. 2013'de Miyazaki'den "Porco Rosso 2" izleyecek olmanın heyecanı şimdiden sevenlerini sardı.
Goro Miyazaki ve From Up On Poppy Hill (2011)
Neyseki oğul Miyazaki de boş durmuyor da, Ghibli Stüdyolarından güzel animasyon örnekleriyle daha sık buluşabiliyoruz. Bir grup liseli gencin, okullarında kulüplerin bulunduğu binanın yıkım kararına yek vücut olarak karşı durmalarını anlatan eser, Ghibli'den hep bekleyegeldiğimiz fantastik unsurları barındırmıyor olsa da çizimleri ve hikayesiyle sıcak ve sağlam bir yapım.
Isao Takahata ve Gauche the Cellist (1982)
Miyazaki'den sonra animasyon konusunda akla ilk gelebilecek yönetmenlerden olan Takahata'nın muhteşem "Grave of the Fireflies" (1988)'ını unutmak ne mümkün. Japonya'ya atılan atom bombasının yarattığı trajediyi iki çocuğun gözünden izlerken göz yaşlarına boğulmamak mümkün değildi. 90'lı yıllarda verdiği iki eser "Only Yesterday" (1991) ve "Pom Poko" (1994) ister istemez bu filmin gölgesinde kalsalar da, daha geriye, 1982'ye gittiğimizde, ilk animasyonlarından "Gauche the Cellist" ile Takahata'nın sineması hakkında güçlü bir ipucu buluyoruz. Çok genç bir çellist olan Gauche yaşadığı kasabanın orkestrasında çalmakta ve müziğini geliştirmek için, evine gelen sevimli hayvanlardan destek almaktadır. Klasik müziği çocuklara sevdirmek için birebir.
Mamoru Hosoda ve The Girl Who Leapt Through Time (2006)
Zamanda ufak atlamalar yapabildiğini fark eden liseli bir genç kız, bu yeteneğini, kendi küçük ergenlik dünyalarındaki durumları, ilişkileri olumlu yönde etkilemek için kullanmaya çalışıyor, ama bu sandığı gibi sonuçlar veremiyebiliyor. Sade ve duygu yüklü tarzıyla türünün iyi bir örneği, klasik bir Ghibli stüdyo filmini andırıyor.
Bill Plympton ve Idiots And Angels (2008)
Çok özgün ve daha önce hiç rastlamamış olduğum bir çizim ve estetikle hazırlanmış yapım, hemen hiç diyaloğa sahip değil, ancak çok derin ve karanlık konulara el atıyor. Çok farklı türleri içinde harmanlayan eser, komediden, gerilime, film-noir'dan, doğaüstüne dokunmadık alan bırakmıyor. İnsanı oldukça aşağıda çekebilen bu animasyona sağlam bir ruh haliyle yaklaşınca, karşılığı fazlasıyla alınabilir.
Roger Allers, Rob Minkoff ve The Lion King (1994)
Animasyon tarihinin en çok ses getiren eserlerinden biri olan "Aslan Kral"'ı küçük oğluma izlettirmeye karar verdim, ama sonrasında da çok pişman oldum. Tüm meşhur masalların akıl almaz vahşetler içerdiği Dünya'mızda (Kırmızı başlıklı kız ve Pamuk Prenses gibi) bu eserden de naif, şirin bir hikaye beklemek biraz saflık olmuş. Kendi öz kardeşi tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülen baba aslan, arkasında ufak bir oğul aslan bırakıyor, tahta göz diken kardeş, bir de bu ufacık şirin aslanın peşine düşüyor. Filmi orijinal dilinde izlediğimiz için, oğluma hikayeyi sürekli çarpıtarak aktarmaya çalıştım, babası ava gitti, gezmeye gitti dedim, ama ikna edemedim, hemen ne oldu babasına diye gözleri dolmaya başladı. Bu tür masal ve çizgi filmlerle büyüyen bir nesilden Dünya'da barış beklemek çok da akılcı değil.
Dean DeBlois, Chris Sanders ve How to Train Your Dragon (2010)
İlk yarısı, yani ejderhanın evcilleştirilmesi aşaması fena olmayan bu animasyon ikinci yarısında katıksız bir şiddete başvuruyor. Sadece yetişkinler için yapılmış olsa sorun yok, ama çocuklara bunu izletmek nasıl bir zihniyettir anlayamıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder