80'lerde ilk gençlik yıllarını yaşayanların çoğu gibi, Michael Jackson (ve tabii Madonna) hayranıydım. Başta Bad ve Thriller olmak üzere tüm kliplerinden ve tabii danslarından büyülenmiştim. Kadıköy'de bir sinemada Smooth Criminal'ı ağzım açık izleyişim dün gibi hafızamda. Ayna karşısında az dans etmemişimdir onun müzikleriyle. Hakkında ilk taciz iddiaları çıktığında ve davalar açıldığında pek de masum olmayabileceğini tahmin etmiştim, ateş olmayan yerden duman çıkmazdı. Çocuğa tacizin azı çoğu olmaz, ama belki kendine hakim olamadığı bir kaç kısa andan kaynaklanıyordur, yoksa ne kadar parası olursa olsun, mahkum olurdu diye düşünmüştüm.
Yeryüzündeki yüz milyonlarca hayranı gibi ne kadar yanıldığımı Leaving Neverland'i izlediğimde, çok ama çok üzülerek ve evet şoke olarak fark ettim. Pepsi'nin o müthiş reklamından hatırlayabileceğimiz 7 yaşındaki oğlan Wade ve Avustralya'da bir Michael Jackson turnesi esnasında gerçekleştirilen dans yarışmasında birinci olan aynı yaşlardaki oğlan Jimmy'nin yetişkin hallerindeki şahitliğinden dinliyoruz yaşananları. Nasıl sistematik, kazayla değil, bilinçli ve planlı bir şekilde yıllarca süren cinsel birliktelikler yaşandığını, bir iki değil, onlarca oğlan çocuğuyla yaşandığını, bu çocuklardan sadece ikisinin cesaretlerini toplayarak, yaşadıklarını anlatabildikleri, ama ailelerinin açtıkları davaları, özellikle de diğer çocukların yalancı şahitlikleri sayesinde (bu yalancı şahitlerden biri de bu belgeseldeki Wade, diğeri Jimmy Jackson lehine şahitlik yapmayı reddetmiş) kaybetmeleri, kaybetmelerinin ötesinde paragöz diye yaftalanıp linç edilmeleri.
Belgeselin odak noktası esasında Michael Jackson'un ürkütücü bir pedofil olmasından daha çok, bir pedofilin çocukları hangi yöntemlerle, ne şekilde ağına düşürebildiği üzerine, süreci tüm detaylarıyla anlatıyor. Çocuklar yaşananları bir taciz, bir tecavüz olarak algılamıyorlar, son derece doğal şekilde Michael'ın onları sevme şekli olarak görüyor ve onun gibi taptıkları bir idolün kendilerine duyduğu "sevgi"'nin boyutu karşısında adeta paralize oluyorlar. Jackson, yaşananların başkaları tarafından öğrenilmesi halinde hapse girecekleri ve bir daha birbirlerini asla göremeyecekleri konusunda öyle bir beyinlerini yıkamış ki, çocuklar yakalanma korkusunu yetişkin yaşlarında dahi üzerlerinden atamamışlar. Bir çocuk cenneti, ikinci bir disneyland olarak lanse edilen Neverland çiftliği, yaşarlarken tam fark edemeseler de tam bir cehenneme dönüşüyor. Çocukların bu ilişkiyi yaşarken hissettikleri en büyük acı/şok, başka bir oğlan çocuğu sebebiyle arka plana atıldıklarında gerçekleşiyor. Belgeselin iki şahidi, yetişkin olup, evlendiklerinde, yaşadıklarını eşlerine dahi anlatamamışlar, neden içinde olduklarını tam anlayamadıkları ağır depresyondan da hiç kurtulamamışlar. Her ikisi de ancak birer oğlan çocuğu sahibi olduklarında başlarına geleni tam anlamıyla kavramaya başlamışlar. Kendi yaşadıklarını, ufak oğullarının da yaşaması fikri, onları uyandıran tokadı çarpmış. Wade, önce yakınlarına açılmaya, sonra da tedavi görmeye başlamış. Çok ünlü Pop yıldızlarının başarılı koreografı olarak kendine bir kariyer yapmış, ve birkaç yıl önce bir televizyon programında yaşadıklarını ilk defa kamuoyuna taşımış. Sonrasında bir dava da o açmış ve inandırıcılığını yalancı şahitlikle daha önce yitirmiş olmasının da etkisiyle kaybetmiş. Olanların ne kadar ses getirdiği malum, Dünya'nın bu yaşananlardan fazla bir haberi olmadı. Wade'in cesareti, Jimmy için de yüreklendirici olmuş, o da aynı iyileşme sürecine benzer bir şekilde başlamışken, belgeselci Dan Reed konuyu ele alarak, hakkını da fazlasıyla vererek konuyu işlemiş.
Belgesel Wade ve Jimmy'nin yanı sıra, onların ailelerine de sıkça yer veriyor, özellikle de 2 annenin (belgesel 2 bölüm ve toplamda 4 saat sürüyor) ihmalleri, Michael'ın ve onun Dünya'sının büyüsüne kapılış şekilleri çok ibret verici. Her anne babanın bu belgeseli izlemesi gerekir, çok eğitici.
Belgeselden çok etkinlendim, sonrasında bir kaç gün midemde rahatsız edici bir sıkıntıyla dolaştım, gerçekten de hem yaşananlara, hem o ailelerin parçalanış şekillerine, ama özellikle de çocukluk hatıralarımın tartışmasız ve geri dönülmez şekilde içimden kaybolmasının ve onun müziklerinden artık bir zevk alamayacak olmanın yasını tuttum. ABD'nin meşhur sohbet programı sunucusu Oprah Winfrey, belgeselin yönetmeniyle, Jimmy ve Wade'i konuk ettiği bir program yapmış. Stüdyoya da çocukluklarında taciz edilmiş kişileri seyirci olarak davet etmiş (anlattığına göre çocuk istismarı konusuna dikkat çekmek ve bilinçlendirmek için sayısız program yapmış) Belgesele bir şekilde kurmaca denilse bile (ki oscarlık oyunculuklar ve müthiş bir hayal gücü gerektirir) en geç bu yayında pes denilmesi gerekir. Ama Dünya'nın dört bir yanında Michael taraftarları ortalığı velveleye veriyor, yönetmen ve aileler ölüm tehditleri alıyorlar, belgeseli yayınlayan HBO şiddetli protestolara uğruyor. İnsanlığın çarpık doğasına naif bir bakış açım bulunmuyor, tersine Dünya'nın haline şöyle bir bakınca (hele bu konu özelinde kiliselerde olanlara) hiçbir şeye şok olmamak lazım, ama insan yine de böylesi bir fanatikliğe şaşırmadan edemiyor. Herhalde belgeseli izlemeyi de reddediyorlar, zira izleyip hala reddeden birinin ruh sağlığından şüphe edilebilir.
Hollwood'da yapımcı Weinstein vesilesiyle başlayan #metoo hareketi, her türlü tacize, ve erkeklerin ürkütücü şiddetlerine karşı önemli bir oluşum. Hem bu hareket vesilesiyle (mesela Kevin Spacey), hem de geçmiş yıllarda skandallara karışan isimler (misal Woody Allen), şunu düşündürüyor; bir sanatçının eseri, kendisinden ve eylemlerinden bağımsız düşünülebilir mi? Michael Jackson'ın müziğini bütün Dünya gönül rahatlığıyla dinlemeye devam edebilmeli mi (ve muhtemelen hayatı boyunca yanında olmayan, ama şimdi para için aslan kesilen ailesine servet yağdırmaya da), yoksa her türlü müziği, filmleri, klipleri mümkün olduğunca erişimden kaldırılmalı mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder