3 Nisan 2019 Çarşamba

Napoliten - İstanbul Devlet Opera ve Balesi


Çocuklarla birlikte gittiğimiz Napoliten konserinden bahsetmeden önce günceye oğlum ve kızım ile ilgili notlar düşmek istiyorum. İkisi müzik konusunda pek (hatta hiç) anlaşamıyorlar. Cem oldum olası klasik müzik ve özellikle de opera hastası. Dalya'yla küçük yaşından itibaren birlikte dinlediğimiz müzikler ise Bruno Mars, Katy Perry, Taylor Swift gibi popüler müzikler iken, 2017 yazında, deniz kenarında şemsiye altında oturuyorduk birlikte, Dalya 6 yaşındaydı. Benden müzik dinlemek için telefonumu istedi. Normalde yarım saat kadar dinleyip tekrar kuma, denize dönerdi, ancak bu sefer oldukça uzun süre dinledi, merak edip ne dinlediğini sorduğumda, favori gruplarımdan Muse'un Resistance albümünü tekrar tekrar dinlediğini fark ettim, meğer bayılmış. Bunu da sever misin diye AC/DC'den başlayarak en sevdiğim rock gruplarını dinletmeye başladığımda, Dalya mest oldu, sonrasında hep rock dinlemeye başladı. Dinlemekle kalmayıp, rock video kliplerini de biraz fazla kaçırmış olacak ki, sürekli dövme yaptırmaktan, saçını maviye, yeşile boyamaktan bahseder oldu. Ben de kendisine 18 yaşına geldiğinde istediğini yaptırabileceğini söyledim. Sanırım henüz 18 yaşın ne kadar uzak olduğunu tam kavrayamadığından, izin verdiğim için pek mutlu oldu. O zamana kadar geçici çözüm olarak, kendi dövmelerini kollarına bacaklarına kendisi boyamaya başladı. Buraya kadar her şey güzeldi, ancak sonrasında yeni başladığı ilkokulda, kendine özenen arkadaşlarını da boyamaya başlayınca velilerden şikayet gelmeye başladı, sorunlar çıktı. Bu "veliler" konusu çok su kaldırır, güncenin içeriğini de iyice yerinden saptırır. Norm nedir, normal nedir, çocukları tüm yaratıcılıklarını, hayallerini yok etmek pahasına normlara sokmak doğru mudur, "norm"lara aykırı çocuk yetiştirmek, dışlanmak riskini de beraberinde getirdiğinden çocuğa haksızlık mıdır, çocukları belli kalıplara sokmak velilerin toplumsal görevleri midir gibi soruların bu dönemde yoğun bir şekilde kafamı kurcaladığını, maalesef net bir cevap da bulamadığımı gelecekteki bana bu satırlarla hatırlatmam yeterli olacaktır.  

O sıralarda Cem, Kadıköy Belediye'sinin Çocuk Sanat Merkezi'nde piyano eğitimi,  Dalya da bale eğitimi alıyorlardı, ilk yıllarını tamamlamışlardı. Yazlıktan döndüğümüzde, aynı sanat merkezinde kısa yaz atölyeleri vardı. Dalya yeni keşfettiği müzik türünün etkisiyle kafayı bateri çalmaya takmıştı. Bateri atölyesinin öğretmeni, Dalya'nın çok hevesli olduğunu görünce bir derslik katılmasına izin vermiş, ikinci derse ise yaşı tutmadığını söyleyerek almamış. Bunun üzerine Dalya eve geldiğinde tencere tavalardan bir bateri kurgulamış, annesine (aklındaki plandan hiç bahsetmeden) video çekmesini söylemiş. Bir sonraki gün yine aynı öğretmeni bulup, videoyu izlettirmiş, kendisini derse kabul ettirmiş (Dalyam, bu yaptığını ve medeni cesaretini 50 yaşına da gelsen ömrüm yeterse anlatmaya devam edeceğim, hayatın boyunca hep hayallerinin peşinden koş). Yeni dönem başladığında ikinci senesinde olmasına rağmen, Dalya'nın baleye ilgisi kayboldu, sanırım sıkı bir rocker olmak varken, hanım hanımcık bale yapmayı kendisine pek yakıştıramıyordu. (renkli giysileri, etek, elbise gibi kıyafetleri tamamen reddetmeye başlamıştı) Yeni dönem başladığında bateriye geçmek istedi, ama yaşı tutmadığından izin vermediler. 2 senelik bale eğitimini, başladığımız işleri bitirmek söylevleriyle, tamamlamaya zar zor ikna edebildik. Bir sonraki sene, Cem piyano eğitimini tamamladığından çelloya geçiş yaptı, Dalya ise bu sefer gitar çalmak istedi, ama yine yaşı tutmadı, modern dansa başladı. Nina, yazın ailesini ziyarete Almanya'ya gittiğinde, çocukken çaldığı gitarı bulup getirdi, şimdi Dalya'yla youtube'dan gitar derslerini izleyerek birlikte öğrenmeye çalışıyoruz, gitar büyük olduğundan akorlara parmakları gerçekten de yetişemiyor, bu da onu çok kızdırıyor, bakalım pes edecek mi, zaman gösterecek.

Cem ve Dalya arasındaki 3 yaş farka rağmen her konuda yoğun şekilde var olan şiddetli rekabetleri (Nina'yla beni aşırı yoruyor bu rekabet konusu, gerçek hayata hazırlandıkları tesellisiyle avunuyoruz), kimin sevdiği müziğin dinleneceği konusunda da yoğun bir şekilde devam ediyor. Evde birbirlerinin müziklerine tahammülsüzlük gösterdiklerinde kulaklığa yönlendiriyoruz. Sabahları okula arabayla birlikte giderken çalınacak müzik ise şiddetli tartışmalara sebep olunca, kurnaz bir fikirle, sabah kim bizi üzmeden kalkar, üstünü giyinir, kahvaltı eder, dişini fırçalar ise onun müziğinin çalınacağı, eşitlik halinde ise sıraya bağlayacağımı ilettim. Müthiş işe yaradı, aylardır, huzurla evden çıkıyoruz, gerçi arada sırada sıranın kimde olduğuyla ilgili anlaşmazlık olabiliyor, son sözü ben söylüyorum. Sıra Cem'deyse ya evden getirdiği opera CD'leri, ya da Radyo 3 açılıyor. Sıra Dalya'daysa Radyo Eksen Gülşah Güray'ın programı eşliğinde yol alıyoruz. İlk başlarda müziği açılmayan sinir oluyor, tepkiler veriyor, kulaklarını tıkıyordu, geçen aylarla birlikte her ikisi de karşı cephenin müziğine bir hayli alıştı, keyifle dinlediklerini (tabii ki hala kabul etmiyorlar) dikiz aynasından görebilir oldum.

Cem'le küçük yaşından itibaren birlikte klasik müzik konserlerine gidiyoruz, hatta şimdi güncede aratıp 5 yıl önceki şu yazımı buldum, ama Dalya'yla henüz birlikte (yine yaşı tutmadığı için) rock konserlerine gidemiyoruz. Napoliten konserine bilet alırken Dalya'yı götürüp götürmeme konusunda kararsız kaldım, Nina da sıkılacağını, sıkılmasa bile sıkılmış gibi yapacağını düşündü ama en kötü ihtimalle bir parça arasında salondan çıkarırız diye ona da bilet aldım, birlikte Kadıköy Süreyya operasının yolunu tuttuk.

Konser başladığında arka fonda İtalya görüntüleri, 5 tenor sahnedeki şarap, kadehler ve mezelerle donatılmış masada neşeyle yerlerini aldılar. Sonrasında sırayla kalkarak piyano eşliğinde aşk dolu aryalarını seslendirdiler. Hayatımda izlediğim en keyifli konserlerden biri oldu. Tabii keyfime keyif katan, güzel aryaların yanı sıra dönüp baktığımda çocuklarımın yüzlerinde gördüğüm mutluluk ifadesiydi. "O Sole Mio"'yu 5 tenor birlikte seslendirirken tüm seyirciler gibi Dalya ve Cem de büyük coşkuyla tempo tutuyorlardı.

Sahne kurgu ve piyanoda Hüseyin Kaya, solistler Besnik Ademoğlu, Serkan Bodur, Can Reha Gün, Yoel Keşap, Muzaffer Soydan enfes bir konser yaşattılar bize. Özellikle Besnik Ademoğlu ve Yoel Keşap'ın seslerinden çok etkilendiğimi, onlar aryalarını söylerken tüylerimin daima diken pozisyonda kaldığını, yaşların gözlerime hücum ettiklerini belirtmeliyim. Konserin sonunda seyirci bis yaptırmak istediğinde de çok esprili bir final yaptılar. Tempolu alkış esnasında boğazlarını göstererek seslerinin yorulduğunu ima ettiler, ısrar devam edince, Hüseyin Kaya piyanonun başına geçti, 5 tenor tekrar "O Sole Mio"'yu icra etmeye başladılar, ama sesleri kısılmıştı, çok kısık duyulabiliyordu, salon kahkahaya boğulunca, tam güç tekrar yükseldiler, salonu inleterek veda ettiler.

Hiç yorum yok: