7 Nisan 2020 Salı

Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz


Salgın öncesi, daha dar zamanlarda yaşarken, kitap tercihlerimi hep emin sulardan yana kullanıyordum. Beğeneceğimi bildiğim, zaman kaybına dönüşmeyecek yazarları tercih ediyordum. Bu sebeple gözüme kestirdiğim, henüz okumadığım ama isimlerini sık sık duyduğum yazarların kitaplarını okumayı öteliyordum. Şimdi zaman biraz genleşince, listemden ilk defa okuyacağım yazarlara uzanmaya karar verdim.

Bu yazarlardan ilki Barış Bıçakçı, kitabın varlığını uyarlandığı filmiyle ve tabii dikkatimi çeken ismiyle duymuş, önce kitabını okurum diye düşünmüştüm. Hem akıcı dili, hem de ince oluşu itibariyle bir çırpıda okudum. Edebiyatta, (ve tabii sinemada), çok sık işlenmiş bir aşk üçgenini anlatıyordu. Orta yaşlarını süren iki yakın dost Ender ile Çetin birlikte yaşıyorlar ve çok yakın diğer bir arkadaşlarının kız kardeşi Nihal'i, anne babası trafik kazasında öldüğünde yanlarına alıyorlar. Böylece üçgen tamamlanıyor. 

Kitabı benim gözümde farklı kılan, odak noktasında Nihal'e duyulan ortak sevginin değil, iki kafadarın arasındaki dostluğun olmasıydı. Tüm kitap Ender'in Çetin'e yazdığı mektup/güncelerden oluşuyor. Tüm satırlarından, ona olan sevgisi ve dostluklarının değeri akıyor. Yakın çocukluk/okul arkadaşıyken, sonrasında uzun yıllar ayrı kalsalar da neden hiç kopamadıklarına, dostluklarının nasıl derinleştiğine dair birkaç anekdottan fazla bir ipucu bulamıyoruz, bence yazar bu kısmı biraz daha beslemeyi tercih etseymiş, daha da güzel olurmuş.


Seyfi Teoman yönetmenliğinde, senaryosunu yönetmenin Barış Bıçakçı'yla birlikte yazdığı filmi kitabı bitirdiğim dünün akşamı izledim. Hemen hiçbir filmin, uyarlandıkları kitabın hakkını veremediğini biliyorum ama yazar da senaryoya dahil olduğundan biraz ümidim vardı. Bir de film Berlin'de Altın Ayı için yarışmıştı, ne kadar kötü olabilirdi. Ama büyük hayal kırıklığına uğradım. Tabii kitabı okurken kafamda canlanan karakterleri, bin kişi okusa bin farklı türde hayal edeceğinden, filmde aramak, esere haksızlık olacaktı. Ama Ender ile Çetin arasındaki dostluk bu kadar mı ruhsuz, isteksiz tasvir edilebilirdi. Buna bir de Nihal için çok ama çok yanlış bir tercih yapılması da eklenince zor getirdim sonunu. Nihal'in 18 yaşında toy bir genç kız olması gerekirken neredeyse "eblek" tasvir edilmişti.

Filmle ilgili sadece hayal kırıklığına uğramadım, büyük de pişmanlık duydum. Zira gözümde kitabın değerinden de eksiltti. Evet belki çok edebi bir metin değildi, kurguda aşırı kolaycılığa kaçıyordu, ama dostluğun işleniş şekli değerli gibiydi. Şimdi kitabı düşününce aklıma filmdeki "silik" Ender - Çetin ikilisi geliyor. Bu da böyle bir tecrübe oldu, çıkarılacak ders; bir kitabı okur okumaz (belki de hiç) filmini izlemeye kalkışmamak gerekiyor.

Kitaba dair aklımda kalan bir cümleyi de buraya not düşmek istiyorum. Ender büyük cümleler kurmakla ilgili sözler söylerken, şu satırı düşüyor mektubuna “Özgürlüğün kimse tarafından sevilmemeyi göze almak olduğunu söylüyordum.”

Hiç yorum yok: