26 Nisan 2020 Pazar

Diziler - Ocak-Nisan


İzlediğimiz dizilere dair en son Ocak ayında şu notu düşmüşüm. Sonrasında çok beğendiğim dizilerden iki tanesine de ( Foodie Love, High Fidelity ) değinmiştim. Bakiye dizilere dair, alfabetik sırayla ve bir iki cümleyle notlar;


After Life - 2. Sezon - 6/10
İlk sezonunu çok beğendiğim dizinin ikinci sezonu hayal kırıklığı yarattı. Sanki sırf çok tuttu diye ikinci sezonu yapılmış, ama ilk sezonun sadece kötü bir kopyası olmuş. Eşi kansere yenik düşen bir yerel gazetecinin, acısıyla başa çık(amay)ışını izliyoruz. 


Altered Carbon - 2. Sezon - 7/10
İlk sezona kıyasla, özellikle yan rollerde çok daha iyi bir kadro var. Kaliteli bir bilim kurgu olmakla birlikte, bir şaheser de değil, ilk sezonun üzerine fazla bir şey ekleyemiyor. Takeshi Kovacs yeni bir vücutta, büyük aşkı Quellcrist Falconer'ın izini sürmeye devam ediyor.


Belgravia - 8/10
Julian Fellows ne yazsa izleriz kategorisinden ilk dizimiz Belgravia. Jenerik müziği dahi o kadar Downton Abbey'e benziyordu ki, çok heyecana kapıldım. Tabii ki Downton Abbey'in yanına dahi yaklaşamadı, ama yine de keyifle izletti kendini. Bol entrikanın döndüğü, sınıflar arası farkların ağlarını ördüğü, Tamsin Greig'in muhteşem oynadığı dizi, iyi bir çerezlik.


Flesh and Blood - 7/10
İleri yaşta tekrar aşık olan anneleri için endişelenen 3 yetişkin kardeş, annelerinin parası için kandırıldığını düşünmektedirler. Klasik bir karadul muamması olarak fena işlenmemiş dizi, sonuna kadar ilgiyle izletiyor, Imelda Staunton meraklı komşu olarak çok iyi.


Homeland - 8. Sezon - 8/10
Yıllardır CIA ajanı Carrie Mathison sayesinde biraz fikir sahibi olabildiğimiz ajanlık işleri, artık finale eriyor. Her sezonunu ilgiyle izlediğimiz Homeland, 8. ve son sezonunda Afganistan'a el atıyor. Bu satırları yazarken yayınlanmamış sadece son bir bölümü kaldı, şimdiden özlemeye başladım.


Outlander - 5. Sezon - 6/10
Önce kitabını okuyarak, sonra dizisini beğenerek izlemeye başladığımız Outlander, 5. sezona geldiğinde artık iyice kabak tadı vermeye başladı, sabun köpüğü operaya bağladı. Sanırım artık işleyecek konu da pek kalmadı. Taşına dokunduğu gizemli bir tapınak vesilesiyle 200 yıl geriye giden Claire, belki Jamie'yi 20. yüzyıla getirmeyi denese yeni malzeme çıkabilir.


State of the Union - 7/10
Evlilik terapisi alan bir çiftin, seans öncesi hep aynı kafede buluşmalarını resmeden, ilişkiler üzerine keyifli bir seyirlik.


The English Game - 6/10
Yine Julian Fellows vesilesiyle izlediğimiz dizi, futbolun büyük bir endüstriye dönüşmeden önce çakılan ilk kıvılcımlarını anlatıyor. Fellows'un kaleminden çıkan her eserde olduğu gibi yine sınıflar arası mücadelenin iyi bir örneği, ancak bu sefer (bana göre) oldukça talihsiz oyuncu tercihlerinin kurbanı oluyor.


The Mandalorian - 8/10
Çocuklarla beraber izlediğimiz diziyi çok beğendik. Star Wars Dünyası'ndan kafa avcısı Boba Fett'in ırkını anlatıyor dizi, ancak herkesin hem fikir olduğu nokta, dizinin asıl değerinin sevimlilik abidesi Bebek Yoda'nın varlığı.  


The Outsider - 6/10
Bugüne kadar belki yüzlerce dizi izlemişimdir, ama bu kadar iyi başlayıp bu kadar kötü bitiren bir dizi daha izlediğimi hatırlamıyorum. Dizinin ilk yarısıyla ikinci yarısı sanki tamamen iki farklı yapım gibi. Steven King ustanın kalemi mi böyle öngörmüş bilemiyorum ama olmamış. Kasabanın sevilen bir karakterinin çok kesin delillerle, bir çocuk cinayetinin zanlısı olması, aynı anda bambaşka bir şehirde bulunduğuna dair yine net kanıtlarla kafaları karıştırıyor.


The Virtues - 7/10
Ayrıldığı karısı ve oğlunun Avustralya'ya göç etmeleri üzerine, yapayalnız kalan bir adamın sancıları Stephen Graham'ın muhteşem oyunculuğuyla anlatılıyor.


Unbelievable - 9/10
Kadınları tecavüz ederek öldüren bir seri katilin peşine düşen iki kadın hafiye, ortada hiçbir ipucu bulunmamasına rağmen azimle işin ucunu bırakmıyorlar. Başta Toni Collette olmak üzere gerçekten müthiş bir kadroyla ilk dakikadan sonuna kadar ekrana bağlamayı başarıyor bu polisiye dizi.


When They See Us - 10/10
Gerçek bir hikayeyi resmeden bu dizi insanda sinir bırakmıyor. Bu kadar öfkeyle dolup taşarak, adeta çıldırarak izlediğim bir dizi daha hatırlamıyorum. New York'un meşhur Central Park'ında bulunan bir tecavüz vakasını, o esnada parkın diğer bir ucunda bulunan bir grup siyahi gence yıkmaya çalışan, bunda da başarılı olan çürümüş sistemi, insanı yerinden zıplatarak izlettiriyor.

Hiç yorum yok: