27 Şubat 2021 Cumartesi

Bir Başkadır - Berkun Oya

Türkiye tarihinin herhalde en çok değerlendirilen, konuşulan dizisi olmayı başaran bu yapım, en az bir 20 senedir tuttuğum Türk dizisi orucumu açmama sebep oldu, merak etmemek elde değildi. Dizinin ne anlattığının herkesin öznel penceresinden "bir başka" gözükmesi dahi dizinin artı hanesine yazılması gereken bir olgu. Benim kişisel yorumum şu şekilde oldu; (bir başkadır benim) memleketimin parçalanmış haline hepimiz gibi çok üzüldüğünü tahmin ettiğim senarist/yönetmen Berkun Oya, geçmişe dönüp bizi birleştirebilecek ortak paydamızda neler olduğuna (kaldığına) baktığında Yeşilçam'ı görmüş olabilir. Münir Özkul'un, Adile Naşit'in, Kemal Sunal'ın, Zeki-Metin'in, Şener Şen'in ve daha nicesinin seyircilerini düşünürken sağı solu, dindarı seküleri, fakiri zengini, türkü kürdü diye ayırabilir miyiz? Onlara milletçe, kimliklerimizden bağımsız beraber güldük, beraber ağladık.

Toplumun farklı kesimlerini (biraz da çaktırmadan) empati kurmaya teşvik eden, ama kimsenin gözüne parmak sokmadan, bir çorbaya da çevirmeden güncel çok sayıda konuya "bir başka" değiniyor bu dizi. En çok öne çıktığını düşündüğüm, Seküler kesime getirilen, dindar kesimi cumhuriyet tarihi boyunca aşağılamış, dışlamış olmalarına dair eleştiri ne kadar içselleştirilebilir, bir katarsise yol açabilir mi, çok şüpheliyim ama geniş kitlelerce konuşulması dahi çok sağlıklı. İktidar odağının kaymasının, iktidarsız kaldığını düşünen kesimler üzerinde yarattığı travma, bir mikro örnek üzerinden başarılı bir şekilde aktarılıyor ve hatta bir barış eli uzatmaya kadar götürülüyor. 

Ana tema olarak işlenen o kadar çok konu var ki, zaten bugüne kadar yapılmış sayısız değerlendirmede bolca dile getirildiler, tek tek saymak yerine izlemek daha anlamlı, herkes kendi çıkarsamalarını yapabilir. Aşikar olan temaların yanı sıra, mesela fakirlerin günümüzde orta ve üst gelir seviyesindekilerin özendiği şekilde yemyeşil bir doğa içinde, zenginlerin ise fakirlerin özendiği bir lüks içinde ama tamamen şehrin çirkin mimarisine sıkışmış halde yaşamaları gibi saymakla bitmeyecek ince dokunuşlar tespit edilebilir bu dizi ile ilgili.

Tek tek karakterlere ve hikayeciklere baktığımızda, özlerini geçmiş Yeşilçam filmlerinde bulabileceğimizi görebiliyoruz. Meryem'de sinema tarihimiz boyunca sık işlenmiş olan çok naif genç kız tiplemesini, Peri'de önce kızdığımız ama sonra acıdığımız Yeşilçam'ın çatık kaşlı karakterlerini, Sinan'da züppe Yeşilçam delikanlısını bulabiliriz. Meryem, Sinan, genç imam aşk üçgeni, işleniş olarak olmasa da kalıp olarak çok tanıdık, aynı şekilde Meryem'in abisi ve yengesinin hikayesi de Yeşilçam'ın favori tecavüz/intikam teması işliyor. Peri'nin ailesinin zengin olarak tasvir edilince ille yalıda yaşaması da bana Yeşilçam'ın zengin anlayışını hatırlattı. 

Tarafsız, apolitik bir pencereden bakabildiğimiz bu karakterlere, Yeşilçam'a dair belli ögeleri, mesela karakterlerin meydanlarda, sokaklarda yürürken kuşbakışı gözükmelerini, arabesk-pop karışımı müziğiyle toplumun farklı kesimlerinin zevklerini birleştirmiş olan Ferdi Özbeğen'in melodilerini katınca, ortaya biçimsel olarak da ortak bir bellek üzerinden geniş kitleleri bir araya getirebilecek bir eser çıkıyor. Adeta geçmişte toplumu birleştirebilmiş nostaljik filmler, bilinçaltımız ve kalabildiyse bilinçüstümüzdeki izlerini sürüyorlar. Mantık hatalarını, bir türlü bitmeyen tesadüfleri de, yine fazla kurcalamadan Yeşilçam geleneğine bağlayabiliriz. Dizinin finalinde, tüm hikayeciklerin naif bir mutluluğa bağlanması da aynı şekilde çok tanıdık geliyor.

Günümüzde izlediğimiz kanallardan, dizilere, filmlerden, müziklere kadar ülkemizde öylesine derin bir bölünmüşlük, parçalanmışlık var ki, bu dizinin beni çok nostaljik bir melankoliye sürüklediğini söyleyebilirim. Bu ülkeye mal olmuş sanatçıların dahi tamamını ortadan ikiye bölebilmiş durumdayız, istisnasız herkesin sevgiyle bakabildiği tek bir kişi dahi kalmadı koca ülkede, nasıl gelebildik bu günlere? Bu soruyu yanıtlamaya çalışırken dahi atomlarımıza kadar dağılacağımızı hissediyorum.


Hiç yorum yok: