Cannes 2011 yarışma filmleri kapsamında bahsedeceğim son esere gelmeden önce yönetmen Radu Mihaileanu'nun daha önce izlemiş olduğum muhteşem iki filmine değinmek isterim. "Train de Vie" (1998) ikinci dünya savaşında yaşanan soykırımla ilgili yapılmış bence en iyi bir kaç filmden biridir. Bir yahudi köyünde yaşayanlar, başlarına geleceği hissederek bir plan yaparlar. Katliamların yapıldığı kamplara yahudileri taşıyan Nazi trenlerine benzer bir tren inşa ederek, kendi aralarında Naziler ve tutuklu yahudiler olarak ikiye ayrılırlar, tüm köyü bu trenle Alman hakimiyetindeki topraklardan çıkarmak için bir kaçış planı hazırlarlar. Mizahı kullanarak en güçlü mesajları vermesi açısından "Life is beautiful" ile kıyaslanabilecek film, onun kadar ses getirmese de en azından onun kadar başarılı.
Diğer filmi "Va, vis et deviens" (1998) de çok güçlü politik mesajlar içeren bir yapıt. Etiyopya'da yaşayan siyah bir kavimin yahudi oldukları resmen kabul edilince, Dünya'nın her tarafından kabul edildiği üzere bu kavimden de yahudiler İsrael'e kabul edilirler. Ancak ırkçılıktan tarihleri boyunca çok çekmiş olan yahudiler, bu siyah ırktan gelenleri aralarına ayrımcılık yapmadan kabul etmekte çok zorlanırlar.
Bu kaçırılmaması gereken iki filme üçüncü bir film mi eklendi heyecanıyla başlayınca "La Source de Femmes" ciddi bir hayal kırıklığı yaratabilir. Oldukça iyi başlayan film, hemen bizim bir Yeşilçam klasiğimizi anımsatıyor, hatta birebir uyarlaması mı diye düşündürüyor. Hatırlar mısınız "Şalvar Davası"'nı? (1983) Müjde Ar, köye gelip, çalışan kadınların gözünü açan şehirli kadını, Şener Şen de köyün uyanık muhtarını canlandırıyorlardı. Erkeklerin bütün gün kahvede oturdukları, kadınların tarlaya çalışmaya gittikleri düzeni, kadınlar gece yatakta greve giderek değiştirmeye çalışıyorlardı. Kuzey Afrika'nın benzer şekilde tutucu ve geri kalmış bir köyünde, köyün tüm suyunu kadınlar bir tepenin üzerindeki kuyudan taşımak zorundadırlar ve pek çok kadın da bu yolda çocuğunu düşürmüşlerdir. Kadınlar aynı şekilde gece yatakta greve giderek, erkekleri yola getirmeye karar verirler. Yeşilçam versiyonunda, kara mizah tutarlı bir şekilde filmin başından sonuna kadar hissedilir, hatta erkeklerin köye genelev kurmaları, kadınların onlara karşı önlem olarak gizlice şap yedirmeleri unutulmaz sahnelerdir. Radu'nun versiyonunda ise bir noktadan sonra mizah tamamen bir kenara bırakılıyor, film kendini bir hayli ciddiye almaya başlıyor, ve bir baş öğretmen edasıyla didaktikleşiyor. İşte bu noktada bizim (belki bugün seyretsem yönetsel ve pek çok başka açıdan oldukça zayıf ve naif bulacağım) iddiasız "Şalvar Dava"'mızın dahi gerisinde kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder