Takashi Miike gibi kendini kanıtlamış yönetmenlerin, büyük başyapıtların tekrar çekimlerine kalkışmalarına anlam veremiyorum. Henüz izleyemedim, ama Kobayashi'nin "Harakiri"'si (1962) eğer yeterli sayıda kişi oy vermiş olsa (bugün itibariyle en az 25.000 kişinin oylamış olması gerekiyor) IMDB top 250 listesine ilk 50 sıradan girecek bir değerlendirme almış durumda. IMDB'nin listesi Dünya genelinde sinemaseverlerin ortak paydasını temsil ettiğinden, benim hiç onaylamadığım popüler eserler çok üst sıralarda yer bulabiliyor. Mesela "The Shawshank Redemption" (1994) birinci ve "Godfather 2" (1974) üçüncü sırada ki, bu iki film benim en iyi ilk 1000 listemde dahi bulunamazlar. Yine de listede iyi filmler kötü filmlere ciddi şekilde ağır basar. Dolayısıyla böyle bir listeye 1962'de çekilmiş siyah beyaz bir japon klasiği üst sıralardan girme potansiyele sahipse, her namlı yönetmene bu filmin tekrarından uzak durmayı salık vermek gerekir.
Miike bence Japonya'dan çıkan en iyi yönetmen değil, ama sıradışı filmografisiyle en çok ses getiren yönetmen. Eserlerinde genelde sınırları zorlaması, beni de zorladığından, özellikle de "Audition"'ı (1999) seyrederken bayılma tehlikesi geçirdiğimden, filmlerine oldukça temkinli yaklaşıyorum, ve genelde izlememeyi tercih ediyorum. İlk izlediğim filmi 2001 yapımı "Visitor Q" esasında yönetmen hakkında uyarı sinyalleri veriyordu. Kayda değer görmediğim bir polisiye TV filmi "Kôshônin"'e denk gelmişliğim vardı. Ama Miike ile ilgili atlatmış olduğum en tehlikeli durum "Dead or Alive 2"'nin 2003 İstanbul Film Festivali için altyazı çevirisini yapmış olmam. O zaman henüz "Audition"'ı izlememiştim, ve başıma gelebileceklerden habersizdim. Neyseki "Dead or Alive" abzürt bir suç filmi çıktı da ucuz atlattım.
Çok üretken bir yönetmen olan Miike'nin diğer filmlerinden hassasiyetle uzak dururken, Cannes 2011 yarışma filmlerinden eksiğim kalmasın diye, elimde kumanda (her an görüntü & ses kısabilme adına) "Harakiri"'nin karşısına geçtim. Film başladıktan kısa bir süre sonra kumandayı bir yana bıraktım, çünkü karşımda deneysel, uç noktalarda bir film değil, klasik bir samuray hikayesi bulunuyordu. Ama tabii ki Miike'ye güvenmediğimden Harakiri sahnelerinde sesi ve gözlerimi kapatmayı ihmal etmedim. Çok güçlü bir sinematografi, iyi oyunculuklarla bezenmiş eser, Japonya'da yıkılan beyliklerle işsiz kalan samurayların, paralı lordların karşısına çıkarak, fakirlikle yok olan onurlarını harakiriyle kurtarmayı istemeleri üzerine kurulu. Bunun ne kadarı lord'lara kendilerini acındırarak para koparma amacıyla, ne kadarı bir onur mücadelesi, filme bırakalım. İlk başta oluşan intiba, hikayenin geriye dönüşlerle, farklı perspektiflerden gerçekleri göstermesi üzerine değişebiliyor. Bana biraz Kurasawa'nın muhteşem "Rashomon"'unu (1950) anımsattı. Filmin Cannes'da gösterilen ilk 3D film olduğunu da not düşelim.
Gelelim eleştireceğim kısımlara, filmin ilk yarısı çok çok iyiyken, ikinci yarıda tempo inanılmaz düşüyor, film söyleyeceğini çoktan söylemiş ve mesajını vermiş olduğundan bu ikinci kısım iyice bir anlamsızlaşıyor, mesajın vurgulandığı final sahnesi de fazla abartılı ve gereksiz, filmin inandırıcılığına esaslı bir darbe vuruyor. Filmin orijinali nasıl diye merak ettim, ama Miike birebir çektiyse, bu ağır ikinci bölümü bir kez daha izlemeyi göze alabilir miyim bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder