30 Mart 2021 Salı

Cannes 2017


Cannes Film Festivali'nde dağıtılan Altın Palmiye ödüllerine aday olan filmlere değindiğim yazılara 2017 yılı ile devam ediyorum. Filmleri izleyeli 3-4 sene oldu, en beğendiklerim hafızamda en taze olanlar, dolayısıyla belleğimden izleri daha da fazla kaybolmadan, onlara birkaç satır notlar düşmek istiyorum, kalanları notlamakla yetineceğim.



The Square - Ruben Östlund 9/10

Beğendiğim Turist (2014) filmiyle tanıdığım Ruben Östlund, sıra dışı filmi The Square ile Altın Palmiye'ye çok hak ederek uzandı. Burjuvaziyle ve özellikle de sanat çevresiyle dalgasını çok güzel geçiyor. Büyük üstat Luis Bunuel yaşasaydı, filmin posterinde de bir anı gözüken müthiş akşam yemeği sahnesini kendi çekebilirdi. Dogma filmlerini de çok sık anımsattı bana, özellikle de Thomas Vinterberg'in Festen'i ile Lars von Trier'in Dogma'sı ilk aklıma gelen filmler oldu. Film, kendine aşık bir sanat küratörü üzerinden bağladığı minik hikayecikleri gerçeküstü bir üslupla anlatıyor. 

Loveless - Andrey Zvyagintsev 9/10

Çok hayran olduğum Zvyagintsev'den ve filmlerinden bu güncede sık sık bahsettim, her biri birer başyapıt. Onlara bir yenisini "Sevgisiz" ile eklemiş. Boşanma aşamasında olan soğuk bir anne ve ilgisiz bir babanın sevgisiz büyüyen küçük oğulları evden kaçar ve bulunamaz. Kayıp oğlun arandığı süreçte, babanın ve annenin yaşadıklarına şahitlik ediyoruz. Rusya'nın hem iklimsel hem de insani olarak son derece soğuk işlenmiş olması müthiş bir alegoriye işaret ederken, filmin final sahnesinde yönetmen anneye Rus sporcu üniforması giydirerek, alegorinin adını bizzat koymuş oluyor. Komünizmden kapitalizme çok ani ve vahşi geçiş yapan büyük bir devletin halkını unutuşunu, ona sevgisizliğini, ilgisizliğini minik bir çekirdek ailenin özelinde iliklerimize kadar hissediyoruz.

The Meyerowitz Stories - Noah Baumbach 9/10

Favori yönetmenlerimden bir diğeri Baumbach, ne çekse izlerim, tüm filmlerine bayılıyorum. En son Marriage Story ile çok beğeni alan yönetmen, The Meyerowitz Story'de de bir istisna yaratmamıştı. Benim mizah zevkime pek uymayan komedi filmleriyle tanınan Ben Stiller ve Adam Sandler iyi yönetmenlerle çalıştıklarında gerçek oyunculuklarını ortaya koyabiliyorlar. Birbirinden kopuk bir ailenin, babalarının (Dustin Hoffman) sergisi için bir araya gelmeleri üzerine oluşan minik hikayeleri izliyoruz. Yıldızlar geçidi şeklinde ilerleyen filmde, izleyen herkes kendi ailesinden bir takım izleri, özellikle de kardeş çekişmelerini bu hikayelerde bulabilir. O kadar gerçek ve aynı anda içerdiği mizah ile bir o kadar leziz. 

L'Amant Double - François Ozon 8/10

Bu güncenin bir diğer gediklisi François Ozon, gizem dolu bu filminde yakışıklı bir psikiyatrist ve güzel hastasına odaklanıyor. Profesyonel ilişkinin ötesine geçen bağları, bir noktada David Lynch'varimsi bir şüpheye düşürüyor izleyeni. Yaşananların ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal? Finale gelirken gizem bir yere kadar çözülüyor, Lynch'te olageldiği üzere büyük soru işaretlerine maruz kalmıyoruz. Filmi izlerken benzerliği fark etmemiştim, ama izledikten sonra ilham aldığı romanın yazarı olan Joyce Carol Oats'un , David Cronenberg'in Dead Ringers (1988) filminin de ilham kaynağı olduğunu öğrendim. Tabii sürprizi bozmamak adına bu bağlantıyı bilmeden izlemek daha iyi olur. Vakit olsa iki filmi de arka arkaya bir kez daha izlemek isterdim.

The Killing of a Sacred Deer - Yorgos Lanthimos 8/10

Cannes Film Festivali'ne olan sevgim, yönetmen odaklı olması ve auteur tabir edilen belli bir imzası olan yönetmenlere ağırlık vermesinden ileri geliyor. O sebeple her filme değinirken, öncelikle yönetmenine uzun uzun güzellemeler yapasım geliyor. İşte yine filmlerine hayran olduğum bir diğer yönetmen; Lanthimos. Operasyonlara alkollü girebilen deha bir cerrah, operasyon masasında kaybettiği bir adamın ergen oğluyla (vicdanının onu rahat bırakmamasının etkisiyle) yakından ilgilenmekte ve ona aileden gibi davranmaktadır. Ama insan vicdanını bu kadar kolay temizleyebilir mi? Vicdanın yanı sıra yoğun bir adalet ve intikam felsefesi yapılabilecek bir malzemeyle yüzleşiyoruz. Lanthimos, kendi özgün tarzıyla, bu soruya sembollerle dolu çarpıcı yanıtlar veriyor. Her Lanthimos filminde olageldiği üzere, izlenmesi, hazmedilmesi, anlaşılması kolay olmayan bir film var karşımızda, ama tamamen açık bir üçüncü göz ile izlediğimizde en derinlerden sarsılabiliyoruz.

Happy End - Michael Haneke 8/10

Çok hayran olduğum diyerek kendimi bir kez daha tekrar edeceğim, ama Haneke için "hastasıyım" da diyebilirim. İnsanı, toplumu onun kadar iliklerine kadar soyan, çırılçıplak bırakan çok az yönetmen vardır. Yine bilindik temasından vazgeçmiyor, ve eleştiri oklarını burjuvaziye çeviriyor. Hikayenin geçtiği Calais, Fransa'dan Britanya'ya geçmeye çalışan göçmenlerin yoğun şekilde toplanma noktası. Ancak çevrelerinde olan bitene, ucu kendilerine dokunmadıkça son derece duyarsız varlıklı aileler, birbirlerinin sorunlarından da bihaberdirler. Kendi içlerindeki sıkıntıları saman altı ederek, dışarıya her daim kusursuz bir izlenim vermek bu topluluğun adı konmamış yaşam şeklidir. Filmin çok etkileyici finali de, ailenin dışarıya vermek için çırpındığı ama darmadağın olmasına engel olamadığı türden bir "mutlu son".

120 battements par minute - Robin Campillo 8/10

90'lı yıllarında başlarında AIDS salgını LGBTi+ bireyleri birer birer öldürürken, bu boyutta bir salgına karşı tüm devletler ve ilaç şirketleri adeta duyarsız kalmaktadırlar. Bu konuda farkındalık yaratmak, onları harekete geçirmek için bir araya gelen Paris'li eylemcilerin örgütlenmelerini izliyoruz. İçerik ve yöntemlerin uzun uzun tartışıldığı sahneler, atlanması gereken hendeklere dair önemli bir içgörü sağlıyor. Adeta belgesel havasında ilerleyen film, ucuz drama tuzaklarına hiç düşmeden çok doğrudan ve etkili bir şekilde anlatıyor meramını.

Bakiye Filmler;

The Beguiled - Sofia Coppola 7/10

In the Fade - Fatih Akın 7/10

You Were Never Really Here - Lynne Ramsay 7/10

Jupiter's Moon - Kornél Mundruczó 7/10

Radiance - Naomi Kawase 7/10

Le Redoutable - Michel Hazanavicius 6/10

Good Time - Josh and Benny Safdie 5/10

Okja - Bong Joon-ho 5/10

The Day After - Hong Sang-soo 5/10

Wonderstruck - Todd Haynes 5/10

Henüz izlemediklerim;

A Gentle Creature - Sergei Loznitsa

Rodin - Jacques Doillon


Hiç yorum yok: