13 Mart 2021 Cumartesi

Phaidon - Platon

 


Sokrates'in Savunması'nda Platon'un kaleminden Sokrates'in kendini savunduğu monoloğunu okuduktan sonra, genelde yine Sokrates'in başrolde olduğu Platon diyaloglarına Phaidon ile geçiş yaptım. Bu dialoglarda ileri sürülen görüşlerin ne kadarının Sokrates'e, ne kadarının Platon'a ait olduğu bilinemiyor, ama büyük bir ihtimalle ikisinin bir karışımıdır, nihayetinde Platon Sokrates'in en gözde öğrencisi. Ciddi görüş ayrılıkları olsaydı, herhalde Platon tüm görüşlerini diyalog formatında sunarken hocasına bu kadar büyük bir başrol vermezdi.

Diyaloglardan ilk olarak Phaidon'u tercih etmem ne kadar doğru bir tercihti bilemiyorum, ama Sokrates'in idam edilmeden, daha doğrusu kendi eliyle baldıran zehrini içmeden önceki son gününü aktardığından, hemen savunmasının akabinde okumak doğru olur gibi geldi. Diyalog Sokrates'in hapis olduğu mekanda dostlarıyla son saatlerini geçirmesini aktarıyor. Tüm dostları son derece üzgün ve göz yaşlarına hakim olamazken, ortamdaki tek neşeli şahıs Sokrates'tir. Hayatı boyunca doğru bildiği yoldan hiç sapmamış olmanın verdiği vicdani rahatlığa sahiptir. Daha da önemlisi ölümden korkmamaktadır. Ruh ve beden ayrılığına inanmaktadır. Sadece bedeni ölecek, ruhu ise hapis olduğu kusurlu bedenden kurtulacaktır. Böylesi bir özgürlüğe kavuşacak olmaya nasıl sevinmem diye sormaktadır.

Sokrates gerçekte ne kadar bu görüşteydi bilemiyorum, ama bütün hayatını hiç bir şeyi bilmenin mümkün olamayacağını düşünerek geçiren, hatta bildiği tek şeyin hiçbir şey bilmediği olduğunu söyleyen bir düşünürün, bu kadar kesinliğinden emin görüşlerle ölüme gidiyor oluşu bana pek inandırıcı gelmedi. Belki kendi de bu kadar emin değildi ama dostlarını teselli etmek için kendinden emin görünüyordu. Platon dışında Sokrates'in görüşlerini başka dostları da yazmış, belki onlar teyit ediyordur, bilemiyorum. Sokrates hakkında bende oluşmuş olan, her şeyi son ana kadar sorguladığına dair yargı, bu görüşlerin daha çok Platon'a mal edilebileceğine işaret ediyor. İdealizmin piri Platon'un sürekli referans verilen idealar Dünya'sı, yani kısıtlı algılarımızla elde ettiğimiz, maddeye dair her türlü bilginin gerçek olmadığı, metafizik bir idealar evreninin kusurlu kopyaları olduğu görüşü, esas olanın ruh olduğu görüşüyle örtüşüyor.

Sokrates'in dostu Phaidon ile başlayan diyaloğunda Ruh ve ölümle ilgili görüşler ele alınıyor, sonrasında diğer dostlarıyla da farklı konular hakkında konuşuyor. Benim okumaya başlamadan önce hayal ettiğim şekilde, daha çok Sokrates'in sorular sorması, ve dostlarının o sorular üzerinde düşünerek yeni görüşlere kavuşmalarını sağlaması şeklinde ilerlemiyor bu sohbetler. Daha çok Sokrates neredeyse monologlar şeklinde bir nutuk çekiyor  ve arada "öyle değil midir" şeklinde sorular soruyor. Dostları istisnasız şekilde, hiç itiraz getirmeden onu onaylıyorlar. Şu ana kadar Sokrates hakkında okuduklarım, onun yönteminin farklı olduğunu düşündürttü bana. Çokbilmiş şekilde nutuklar vermek yerine, karşısındakine tüm bildiklerini sorgulatacak biri olarak tahayyül ediyorum onu. Buradan yapabildiğim çıkarım, Platon'un bu diyalogları kullanma şeklinin, daha çok kendi görüşlerini iletme tercihi olduğu yönünde.

Phaidon'un bana düşündürdüğü diğer bir konu, henüz hakkında detaylı okumalar yapmadığım Descartes'ın, kartezyen düalizm ile felsefe tarihinde modern çağı başlattığına farklı kaynaklarda pek çok kez denk gelmiş olmamla ilgiliydi. Mesela Felsefenin Kısa Tarihi'ni okurken, Descartes'ın düalizmi (ruh beden ikiliği) kendi yorumuyla beden ve zihnin ayrı ama (beyindeki epifiz bezi sayesinde) etkileşim içinde olduklarını öne sürdüğü şeklinde açıklanıyordu. Sokrates öncesi filozoflarda takip edebildiğim kadarıyla beden ve ruh ayrımı hiç konu edilmemişti, dolayısıyla Antik Yunan'da sanırım ruh-beden ayrımını ilk dile getirenler Sokrates/Platon ikilisi oluyor ve Descartes'a kadar giden düşüncenin temelini atmış oluyorlardı.

Antik felsefe tarihi okumalarına başladığımda, belli başlı eserleri birincil kaynaklardan yani filozofların kendi kalemlerinden okumak gibi bir hedef koymuştum kendime. Ama gerçekten ilerleyebilmek için fazlasıyla sabırsızlanıyorum ve maymun iştahıma hakim olamayarak çağdaş metinlere de arada dalmadan edemiyorum. Bu noktada ağırlıklı olarak ikincil kaynaklarla ilerlemeye ve belki eksik kaldığımı, anlayamadığımı düşündüğüm anlarda birincil kaynaklara geri dönme metodunun benim için daha verimli olabileceğine kanaat getirdim. 

Muhtemelen zaman ilerledikçe, sürekli yöntem değiştirecek ve benim için en verimli, en keyifli olacak yolları tercih ediyor olacağım. Kesin olan, her okuduğum satırda gerçekten inanılmaz ilham alıyor olduğum. Hayatın düzenine kendimi kaptırdığım yıllar boyunca ihmal ettiğim sorular, yepyeni sorularla zenginleşerek beni yeni okumalar, dinlemeler yapmaya sevk ediyor.


Hiç yorum yok: