12 Mart 2021 Cuma

Kadınların Devrimi

Kendimi bildim bileli, insanlığın kurtuluşunu kadınların Dünya'ya hakim oluşunda görürüm. Tarihte ne kadar kötülük varsa erkeklerin hanesine yazılması gerektiği çok açıktır. Dünya'ya kadınlar hakim olsa (ama asimile olmuş, iktidar için erkeklerin kurallarıyla oynamak zorunda kalanları kastetmiyorum) savaşlar olur muydu, bu kadar haksızlık, adaletsizlik, yolsuzluk, çürümüşlük hakim olur muydu? Bugün iklim krizi dahi gündemimizde olmazdı. Eğer evrende ve doğada ereksellik olsaydı (olabilir de ama ben öyle olduğunu düşünmüyorum) yani evrenin bir amacı olsaydı, doğa kesin zaman içinde kendisini yok etmeye ant içmiş olan erkek milletini bir şekilde bertaraf eder, kadınlara farklı bir üreme şeklini elverecek mutasyonu bahşederdi.

Sinema tarihine dönüp baktığımızda da maalesef (istisnaların kaideyi bozmayacağı şekilde) erkek egemen bir Dünya görüyoruz. Kadınların hakkı zamanında verilse kim bilir sinema sanatı daha ne zenginliklere evrilebilirdi. Feminizmin hayatın her alanında bebek adımlarıyla da olsa güçlenmesi, her anlamda kadın istismarının çok daha fazla gündemde olması önemli bir farkındalık yaratmaya başladı. Sinemaya kalite olarak değilse de hala maddi anlamda hükmeden Hollywood balığın baştan koktuğu bir şer yeriyken, cesur kadınların başlattığı MeToo (ben de tacize uğradım) hareketi taşları yerinden oynatmaya başladı.

Bir filmi izlemeden önce yönetmeninin kim olduğuna bakmak, o yönetmenin daha önce bir diğer filmini izlemiş olup olmadığımı kontrol etmek önem verdiğim bir alışkanlığımdır. Eğer filmi beğenirsem, yönetmene döner bir daha bakar ve izlemediğim başka filmi var mı diye de araştırırım. Son aylarda film izlerken kadın yönetmenlerin sayısı ve çeşitliliği fark etmemenin mümkün olamayacağı şekilde dikkatimi çekti. Özellikle de en çok beğendiğim filmlerin yönetmenlerinin kadın olması beni daha da çok mutlu etti.

Tabii bir filmin yönetmeninden bahsederken kadın - erkek ayrımını yapıyor olmak dahi doğru değil, bu tür bir cinsiyet ayrımının her alanda tamamen anlamsız kalacağı bir Dünya umut ediyorum. Bu anlamda Berlin Film Festivali'nin bu yıldan itibaren en iyi oyuncu ödülünü verirken kadın - erkek ayrımını kaldırmış olmasını çok değerli buluyorum ama sinema sektörü buna hazır mı, Berlin'in peşinden gidebilecek diğer festivallerde bu durum zamanla kadınların aleyhine işler mi emin olamıyorum. Erkeklerin hakimiyetinin devam ettiği her alanda çok dikkatli olmakta fayda var.

Sinemada mini bir kadın devriminin gerçekleştiğini, haklarını teslim etmeye başlayan ödül adaylıklarında da görmeye başlıyoruz. Altın Küre Ödülleri'nde en iyi yönetmen olarak gösterilen beş kişiden üçü, en iyi film adayı beş filmden ikisi kadın yönetmenlere ait idi. En iyi film ve en iyi yönetmen ödüllerini de Chloé Zao çok hak ederek aldı. Bafta Ödüllerinin adaylarında da benzer bir tablo ortaya çıktı. Altı en iyi yönetmen adayının dördü ve beş en iyi film adayının ikisi kadın yönetmenlere ait. Bakalım bu durum Oscar adaylarına ne kadar yansıyacak.

Ülkemiz, Dünya'da gelişen ülkelerle kıyaslandığında, medeniyet seviyesi olarak pek çok noktada sürekli geriliyor. Kadının toplum içindeki konumunun, toplumun medeniyet seviyesiyle doğrudan alakalı olduğu bir teori değil, kanıtlanmış bir gerçeklik. Toplumumuzda kadının konumunun son yirmi senede müthiş bir ivmeyle geri gittiği, kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin gündemimizden hiç düşmediği, kadının toplumdaki yegane görevinin annelik olduğu vurgusunun iktidar sahipleri tarafından düzenli olarak dile getirildiği göz önüne alındığında, ortaya çıkan tabloya şaşırmamak gerekiyor. Pandeminin kadın istihdamında yol açmakta olduğu tahribata, eve kapanmanın sonucunda evde gördüğü şiddetin artışına dair elimizde henüz veriler bulunmuyor, ama vahim durumu tahmin etmek de pek güç değil.

Buna paralel olarak, kadının konumunun zayıfladığı bir ülkede, sinemada kadının güçlenmesini beklemek en hafif tabiriyle naiflik olacaktır. Türk sinemasında kadın yönetmen deyince aklıma ilk Yeşim Ustaoğlu ve Pelin Esmer geliyor. Birkaç ay önce Pelin Esmer'in "İşe Yarar Bir Şey"'ini izledik, ama onun haricinde son bir senede maalesef yeni filmini izleyebildiğimiz bir kadın yönetmenimiz bulunmuyor.

Son aylarda izlediğim kadın yönetmenlerin filmlerinden 9 adetine alfabetik sırayla kısa notlar düşüp, kalanını listeleyeceğim.

My Happy Family (2017) Nana Ekvtimishvili, Simon Groß 9/10

Üç nesil bir arada yaşamakta olan Gürcü bir ailenin tüm yükü, annenin sırtına binmiş durumdadır. Yılların getirdiği yorgunluk ve bıkkınlıkla bir gün evin annesi, evden ayrılarak kendi evine çıkmaya karar verir. İş ve aş arasında kaybolmuş milyarlarca kadını o kadar sade, sessiz ve etkili betimliyor ki bu film, gizli kalmış bir mücevher.

Nomadland (2020) Chloé Zao 9/10

Bu sene hakkıyla tüm ödülleri silip süpüreceğini düşündüğüm bu film, evsizliğe, yurtsuzluğa, insanın yalnızlığına dair çok değerli tespitlerde bulunuyor. Frances McDormand'ın her zamanki ince işçilik oyunculuğuyla taçlanan bu manzume, kapitalist çarkların çiğneyip tükürdüğü göçebe hayatlara ufak bir pencere açıyor.

One Night in Miami (2020) Regina King 9/10

Muhammad Ali, Malcolm X, Sam Cooke, ve Jim Brown (filmden önce tanımıyordum, çok ünlü bir Amerikan futbolcusuymuş) gibi zamanlarının en önde gelen siyahi kimlikleri, Muhammed Ali'nin Dünya şampiyonluğunu aldığı gece bir otel odasında bir araya gelirler. Hikayenin bu kısmı gerçek, ancak tabii o odada neler konuşulduğu bilinmiyor. 60'lı yıllarda güçlenen siyahi harekete dair, o odadaki her karakterin üstlendiği çok önemli roller bulunuyor. Odanın içine adeta gizli bir mikrofon yerleştiren Regina King ve tabii filmin senaristi Kemp Powers duyulması gerekenleri bizlere iletiyorlar. 

The Forty-Year-Old Version (2020) Radha Blank 9/10

Kendi yazan, yöneten, oynayan auteur kadınlar Dünya'yı şekillendirmeye devam ediyorlar. Onlara (Lena Dunham, Phoebe Wallar-Bridge, Michaela Coel, Billie Piper ve daha niceleri)  hayranlığımı ve şükranlarımı bu güncede sık sık dile getiriyorum. Radha Blank New York'lu bir yazar olarak kendini canlandırdığı bu filmle listeye en üst sıralardan girdi. New York'ta siyahi bir yazar olmak, hem de prensip sahibi dürüst bir yazar olmak üzerine söyleyeceği çok samimi sözleri var.

Elisa y Marcela (2019) Isabel Coixet 8/10

Favori yönetmenlerimden Isabel Coixet en son Foodie Love ile beni can evimden vurmuştu. Yine bir aşk hikayesini ele alıyor. 19. yüzyılın sonlarında iki kadın aşklarını savunmak ve bir arada kalabilmek için çok cesur bir mücadele veriyorlar. Gerçek bir hayat hikayesinden alıntı olarak, verdikleri hukuki mücadeleyle İspanya'da ilk eşcinsel evliliği gerçekleştiren çifti izliyoruz.

First Cow (2019) Kelly Reichardt 8/10

1800'lerin başlarında Amerika'da, insanlar dönmeye başlayan kapitalizm çarklarında dişli olabilmek için çırpınırken, hakim süren vahşi ve acımasız ortamda yaşayan iki evsiz fakir, dayanışarak birlikte varoluş mücadelesi verirler. Dönemin iktidar sahibi komutanı, bölgeye ilk ineği getirttiğinde, bu iki kafadar geceleri gizlice ineğin sütünü sağarak ve gündüzleri de tatlılar üretip satarak geçimlerini sağlamaya çalışırlar. Reichardt çok sade ve özgün bir dostluk hikayesine imza atıyor.   

My Octopus Teacher (2020) Pippa Ehrlich, James Reed 8/10

Bir diğer özün dostluk hikayesi ise belgeselci Craig Foster ile Günay Afrika'daki evinin önündeki denizde yaşayan bir ahtapot arasında. Evet yanlış yazmadım, gerçekten bu ikilinin arasında çok çarpıcı bir dostluk oluşuyor. Denizde hüküm süren doğal avcı-avlanan aritmetiğinde sürekli yaşam mücadelesi veren minik ahtapotun bir insana duyduğu güven, çok duygu yüklü bir belgesel izlememizi sağlıyor.  

Never Rarely Sometimes Always (2020) Eliza Hittman 8/10

Kürtaj konusu maalesef günümüzde kadın/insan hakkının en çok kanayan yaralarından biri. Kürtajın ebeveyn iznine tabi olduğu bir eyalette yaşayan ergen bir genç kız, ailesine de açılamadığı için çareyi gizlice New York'a gitmekte bulur. Ona destek veren bir arkadaşıyla birlikte başından geçenler, her türlü sansasyondan uzak bir şekilde verilirken, biz sürekli diken üzerinde, başlarına her an kötü bir şey gelebileceği korkusuyla izleriz. Muhtemelen anlatılamayan milyonlarca benzer hikayeye tercüman oluyor Hittman'ın filmi.

Promising Young Woman (2020) Emerald Fennell 8/10

Last but not least'i dilimize, son olarak ama bir o kadar da önemli diye beceriksizce çevirerek, kadın hakları konusunda listenin sesini en yüksek oktavdan veren filmine geliyoruz. Umut veren genç kadın olarak çevirebileceğimiz filmin başlığı zaten her şeyi söylüyor. Erkeklerle eşit fırsatlar verilse, onlardan fazlasını verebilecek sayısız "umut veren genç" kadın, uğradıkları haksızlıklar, tacizler ve tecavüzlerle sindiriliyor, ondan sonra da hayatın çoğu alanında erkeklerin kadınlara üstün oldukları arsızca dillendiriliyor. Yönetmen Fennell, kadınların, ailelerin kadınlara yaptığını da kenara not düşerken, erkeklerden intikamını, müthiş bir oyun ortaya koyan Carey Mulligan vesilesiyle alıyor. 


Şu iki muhteşem filme daha önceki şu yazıda değinmiştim;

Systemsprenger (2020) Nora Fingscheidt 9/10

Birds of Passage (2018) Cristina Gallego, Ciro Guerra 8/10


Bakiye Filmler;

Babyteeth (2020) Shannon Murphy 7/10

Mary Queen of Scots (2018) Josie Rourke 7/10

On the Rocks (2020) Sofia Coppola 7/10

Professor Marston and the Wonder Women (2017) Angela Robinson 7/10

Sand Storm (2016) Elite Zexer 7/10

The Art of Loving (2017) Maria Sadowska 7/10

The Assistant (2019) Kitty Green 7/10

Atlantique (2019) Mati Diop 6/10

Farewell Amor (2020) Ekwa Msangi 6/10

Işe Yarar Bir Sey (2017) Pelin Esmer 6/10

Kajillionaire (2020) Miranda July 6/10

Madeline's Madeline (2018) Josephine Decker 6/10

Outside In (2017) Lynn Shelton 6/10

Shirley (2020) Josephine Decker 6/10

Yeh Ballet (2020) Sooni Taraporevala 6/10

I'm Your Woman (2020) Julia Hart 5/10


8 Mart Kadınlar Günü Kutlu Olsun!

Hiç yorum yok: