13 Ekim 2019 Pazar

İstiklal Caddesinde bir Pazar günü


Geçen Pazar İstiklal Caddesi'nde çok keyifli bir pazar günü geçirdik. Sanal hafızama bu notları, çocukların yıllar sonra okuyacaklarını umarak düşüyorum. Keyif her zamanki gibi vapur sefasıyla başladı. İstiklal'e vardığımızda ilk durağımız yeni restore edilen Narmanlı Han'da açılan "İllüzyon Müzesi" oldu. Narmanlı Han'ın yenilenmesiyle ilgili yapılan yoğun tartışmalara, teknik olarak yorum yapabilecek yetkinliğim maalesef bulunmuyor, ama yok olmayıp, tekrar kullanıma açılmış olması bile sevindirici. Tabii ki caddeye bakan yüzünde yabancı bir kişisel bakım mağazası, ortasında Dünya'nın en büyük kahve zincirinin, kalan kısmında da bir illüzyon müzesinin olması, bu ihtişamlı hanın ruhuna ne kadar uygun olduğu tartışılır, hatta tartışmaya gerek yok, uygun değildir. İçinde yaşadığımız düzende, çok ideal çözümler beklemek fazlaca naif olur, ama buranın ruhuna daha uygun bir kiralama yapılamaz mıydı? Mesela içinde bir yüzyıllık markalar müzesi, ortasında şirin bir kitap/cafe, ön yüzünde yine tarihi veya bu topraklara özgü bir marka.


Gelelim İllüzyon müzesi'ne, çocuklar çok eğlendi, mekan ufak olmasına rağmen, adının hakkını veriyor. Haftasonu sabah erken gitmek gerekiyor, kalabalıklaştığında keyfi kaçıyor. 1 saat kadar geçirip, anılarımızı bol bol fotolara hapsettik ve kendimizi dışarıya attık.


İkinci durağımız yeni yerine taşınan Arter'in yerine açılan Meşher oldu. "Kalıpları Aşınca" isimli serginin alt başlığı "Mit, Efsane ve Masallarla Avrupa’dan Çağdaş Seramik" sergiyi güzel tasvir ediyordu. Masal Dünya'sından fırlamış canlı renkli seramikler çocukların da ilgisini yüksek tuttu.


Her ne kadar bu gezinin çıkış noktası çocuklar açısından İllüzyon müzesi olsa da, kendi adıma hedefim Bienal'in Pera Müzesi'ndeki kısmını gezmekti. Son dönemde "çok şükür" yoğunca gündemde olan iklim ayaklanması, çocuk ve gençlerin çevre ve iklim konularına sahip çıkmalarıyla da, bu seneki bienalin ekoloji odağı çok güzel birleşir diye düşünüyordum. Sergiye girmeden önce bienalin temasını kısaca çocuklara özetlemeye çabaladım. Ancak gezdiğimizde çocuklar "Bunların Yedinci Kıta'yla ne ilgisi var" diye haklı bir şekilde sordular. Haklı diyorum, zira bir yetişkin olarak (sanatsal yetersizliğim bir yana) ben de bir bağ kuramadım. Evet rehber dinleyerek, veya uzun uzun kitapçıklar okuyarak, sanatçıların pek bir dolaylı anlatımlarına anlam vermek mümkün olabilir ama toplumları (başta çocuk ve gençleri) dönüştürmenin tohumları bu kadar dolaylı mı atılmalı, bu kadar güncel bir konuda daha direk bir şeyler söylemek çok mu zor, yoksa basit/kolay anlaşılır olan sanatsal olarak değersiz mi görülüyor gibi sorular kafamda yine döndü durdu. Pazar gezintisinin (bize göre) en zayıf halkasından bir hayal kırıklığı ile uzaklaştık.


İstiklal Caddesi'nde ilerlerken sırada Salt Beyoğlu vardı, "Mutluluk Resimlerimiz" isimli serginin sanatçısının Nur Koçak olduğunu gördüğümde çok heyecanlandım, zira yıllar önce onun Cahide Sonku'nun farklı dönemlerini resmedişinden çok etkilenmiş ve günceye de şu yazıda not düşmüştüm. Aradan 8 yıl geçmiş, aynı resimleri de bir kez daha görme ve çocuklarıma da gösterme imkanına kavuştum. Çocuklar da bu vesileyle fotogerçekçilik kavramını öğrenmiş oldular.



Çocukların yoğun acıkma sinyallerini bastırmanın yolu, bir sonraki durağımız Yapı Kredi Sanat'ta karşımıza çıkan "Abrakadabra" sergisi oldu. Son dönem çağdaş sanatın önde gelen isimlerinden ve pek çok sergide karşımıza çıkan "Halil Altındere"'nin eserleri çocuklar için biçilmiş kaftandı. Çocuklar sergiye bizden önce daldılar, ve daha ilk dakika güvenlik görevlisinin "dokunmaaaa" nidasıyla irkildik. Oğlum Cem piyanist heykelin bıyıklarını çekiştirmeye çalışmıştı, gerçek olup olmadığını anlamak istemişmiş. Fotogerçekçiliğin bir diğer önemli temsilcisi olan Altındere'nin heykellerinin de gerçekçiliğini birinci elden test etmiş olduk. Çıkışta Yapı Kredi yayınlarının Garfield serisinden son çıkan ciltleri almayı da ihmal etmedik.

Yemek molasından sonra aklımda bir de Arter'in yeni ihtişamlı binasına gitmek vardı, ama yürüme mesafesinde olmadığından onu bir başka pazara havale ettim. Son olarak İstiklal gezilerimizin klasiği Galatasaray'daki sahaflar çarşısına uğradık. Yaptığımız özenli sondaj çalışmalarıyla çocuklar için 2 güzel Almanca roman bulduk. Dönüşte vapur sonrası Kadıköy'de otoparktan trafik felç olduğu için 2 saat kadar çıkamadığımızda (gerçekten 2 saat otoparkta kaldık), günün finali bu romanlardan birini Nina'nın bize arabada okuması oldu.

Hiç yorum yok: