4 Ocak 2023 Çarşamba

2022

2021 Ağustos yazımı aradan geçen 1,5 sene üzerine tekrar okuduğumda, bu günceye (her ne kadar yazı yazmayı hiç sevmesem de, aralarda uzun boşluklar versem de) tekrar tekrar dönme sebebimi anımsadım. Bana her şeyin ne kadar gelip geçici olduğunu hatırlatıyor. Bütün tasalar, sıkıntılar gelip geçiyor, yerlerine tabii ki hemen yenileri ekleniyor, hayat adeta bir kaygılar manzumesi, ben de bu günce sayesinde kaygılarımın çetelesini tutuyorum. Bir sinema güncesi olma amacıyla başlasa da yıllar içinde giderek daha öznel bir hal aldı bu mecra, salgında yazmaya başladığım, tamamen kişisel yazılarla da çıkış noktasından oldukça uzak bir noktaya yerleşti. Başka konularda yazmış olsam da, satır aralarında farklı yaşlardaki bana dair ipuçlarına rastlamak hoşuma gidiyor.

Şimdi dönüp eski yazılara bakmadım, ama bu günceyi tutma amacımı kesin daha önce de sorgulamışımdır. Artık yaş da ilerledikçe daha fazla fikir sahibi oluyorum sanki.  Şu anlamsız hayatta küçük bir iz bırakmak gibi beyhude bir çaba olmaktan öte değil muhtemelen. Bir gün artık ben bu Dünya'da olmadığımda belki çocuklarım, en iyi ihtimalle de belki (olursa) torunlarım uğrayacak bu satırlara ve belki iki nesil daha tamamen unutulmayacağım.

Bilemiyorum neden korkuyorum unutulmaktan, hatırlanmamaktan. Gençken düşündüğüm konular pek (hiç) değildi, zira ölmeyecek gibi yaşıyor insan gençken. Hayat bana çok yakınlarımın ölümlerini de göstermedi henüz, çok şanslı olduğumu  biliyorum. Ölümle erken yüzleşmek eğer ölümü daha çok düşündürecekse hayattan kesin eksiltiyor olmalı. Korku, kaygı, endişe zaten bitiriyor insanoğlunu, ölüm kavramı ne olur mümkün olduğunca uzak olsun.

Ama gel gör ki bizim algıladığımız zaman tıkır tıkır işliyor. Ölümü bilinç üstünde düşünüyor veya korkuyor değilim (en azından farkında değilim) ama 2022'nin ikinci yarısı üzerimde yoğun bir melankoli hissettiğim bir dönem oldu. Bu melankolinin temeline inmeye çalıştığımda çok tanıdık duygularla karşılaşıyorum; yoğun bir yetersizlik hissi, o yetersizliğin getirdiği güvensizlik ve kaygılar. Çok tanıdık, zira kendimi bildim bileli bu yetersizlik, bu eksiklik hissiyle boğuşuyor, kendimi acımasızca yargılıyorum. Kendimi sevmeme ve iç huzuru bulmama engel oluyor, biliyorum. Hayat geçip gidiyor ama gençken sahip olduğum o sarsılmaz ve kesin "bir iz bırakacağım" hissi giderek benden uzaklaşıyor, yerinde bıraktığı boşluk dolmuyor. Paydos zili çalmak üzere, ama ben daha elimdeki sınavın başındayım. Hayatımın barındırdığı potansiyellerimin kapıları teker teker bir daha açılmamak üzere yüzüme kapanıyor.

Biliyorum bu eksiklik ve kayıp hislerinin boşuna olduğunu, giderilmesinin veya bir şekilde tatmin edilmesinin imkansız olduğunu da biliyorum. Ama olur olmaz yerlerden fışkırıp, boğazıma sarılmalarından da çok sıkılıyorum. Düşünmeye vakit ayırabilen, aynaya dönüp de kendine dürüstçe bakmaya yeltenen herkes gibi acıyorum muhtemelen. Ama neden bu ara bu melankoli daha yoğunlaştı? Buna bir cevabım var sanırım, ve bu satırlara düşmeye başlarsam, ileri yıllardaki bana iyi geleceğini hissediyorum.

Evet kabul ediyorum; yaşlanıyorum. Yıllardır saçlarıma sinsice sızan beyazlar ilk ipuçlarını veriyordu, ama umursamadım, hala yerlerinde duruyor olmalarına şükrettim. Ancak ağustos ayında sağ gözümün görüşü hızla bozulmaya başladı, gittiğim göz doktoru katarakt başlangıcı dedi. Bu nasıl olabilirdi, katarakt sadece yaşlı insanların yakalanabileceği, dolayısıyla bana çok uzak bir rahatsızlık değil miydi yani, yok canım doktor kesinlikle saçmalamıştı, ama daha bir ay geçmeden neredeyse göremez hale gelip, katarakt ameliyatı olunca Hanya'yı Konya'yı anladım. Süreci yaşarken moralim bozulmadı, çok da önemsemedim. 47 senedir gözümden geçen ışığa yol veren mercekle yollarımızı ayırdık, ve onun yerine yapay bir mercek kondu alt tarafı. 

2-3 aydır gözüm bu yeni merceğe alışmaya çalışıyor, ama henüz muvaffak olamadı. Sürekli kasılmak suretiyle o yabancı parçayı dışarı fırlatmaya çalışır gibi bir hali var. Bu satırları yazarken dahi gözüm çılgın gibi kasılmakta. Peki, katarakt gibi ciddi bir riski neredeyse olmayan basit bir operasyon mu paçalarıma ölüm korkusu sardırdı, emin değilim, belki de başka bir derdim vardır ama evet, sanırım en azından bir katalizör görevi gördü. Adına da ölüm korkusu demeyelim de, hayatın sonlu olduğunun hakiki idrakı ve onun getirdiği melankoli diyelim.

Hayatımın filmlerinden La Grande Bellezza, Il Gattopardo, 8 1/2 gibi filmlerde bu melankoliyi iliklerime kadar hissetmiş olduğum fikrine/sanrısına rağmen, tecrübe ettiğimle eşleştirmek konusunda yaşadığım şaşkınlık da hayatın bir cilvesi olsa gerek. Çocukken bir pazar sabahı TRT'de tek başıma izlediğim ve bir uzman incelese çocukluk travmalarımdan biri olarak teşhis koyabileceği "Logan's Run" (1976) filmini ise son yıllarda daha çok anımsar oldum. İnsanların 35 yaşına geldiklerinde ruhani bir törenle yok edildikleri, çocukların ise sanal rahimlerde Dünya'ya geldikleri bir distopyayı anlatıyordu, aradan geçen 35! yıla ve tekrar izlememiş olmama rağmen pek çok karesi dün gibi hala gözlerimin önünde. İnsanların avuç içlerinde bir ışık yanıyordu, önceleri yeşil olan ışık yaş 35'e gelince kırmızıya dönüyordu ve bir arenada toplanmış insanların tuttukları alkış içinde ölüme yollanıyordunuz. Avuç içindeki ışık kırmızıya dönünce panikleyip, yok oluşlarından kaçmaya çalışan insanları anlatıyordu film. Yani uzun lafın kısası sanırım artık avuç içimdeki ışığın rengi dönmeye başlıyor.

Yaş 48'e doğru yol alırken, genlerim, koşullar, şans ve muhtemelen de biraz kendime iyi bakmam sayesinde hala çok dinç ve genç hissediyorum. Hele oğlumun hiç durmaksızın bir ihtiyar gibi sızlanmalarına bakarsak (ama işine gelince hiking kulübüyle gidip 40.000 adım atmasını biliyor) bir 14 yaşındaki delikanlıdan geri kalır bir yanım (henüz :)) yok. Ama gözümün bir kısmını bir kalemde kaybetmek vücudumun artık çürümekte olduğunu iliklerime kadar hissettirdi, evet demek bende de sonsuz gençlik iksiri yokmuş, mutasyona da uğramamışım.

İnsanoğlunun (bilinç ardında) ölümsüz olduğu sanrısı olmadan yaşaması çok güç olurdu kabul ediyorum, demek evrim bizi böyle şekillendirmiş. Ben sanırım bu yaşım itibariyle, artık bugüne kadar oturduğum Olimpos dağından yeryüzüne inmiş bulunuyorum. Bakalım gelecek yıllar ne gösterecek, şimdiden 20 yıl sonraki (bak nasıl da bildim hala hayatta olacağımı, demek ölümsüzlük hissi o kadar da hızlı kaybolmuyormuş) şahsımın bu satırlara acı acı güleceğini hisseder gibiyim. Sen o gözünün kasılmasını daha mumla arayacaksın der gibi bakar herhalde. Gerçi ben 10 sene önceki çiğ hallerime baktığımda öyle acımasız olmuyorum ama yaşlılığın pençesine düştüğümde bunun ruhum üzerine yapacağı etkileri de öngöremiyorum.

Gençliğimin avucumun içinden kayıp gittiği ve zamanın acımasızca eksildiği hisleri, hayatta yürüdüğüm yolun umarsızca daraldığı (potansiyellerini logaritmik olarak yitirdiği) gerçeğiyle birleşince, bunun adına herhalde bir nevi orta yaş bunalımı da diyebiliriz. Günceme notumu düşüyorum; eğer tespitimde yanılmıyorsam ben bu hisle 47 yaşımı sürerken tanışmış oldum. Bakalım yıllar içinde bu duygularla nasıl başa çıkma yöntemleri geliştirebileceğim, nerelerde minik zaferler kazanabilip, nerelerde havlu atacağım. Yazmanın, ve de zaman içinde dönüp yazdıklarıma bakmanın iyi geleceğini hissediyorum.

Bu yazıya başladığımda aklımın ucundan dahi bunları yazmak geçmiyordu, bir çırpıda dökülüverdi satırlar, vay kardeşim ne kadar da dertlenmişim, neyse bir nebze de olsa içimi döktüğüme göre 2022 özetime döneyim;

Salgın sanırım geçti, ama pek emin de değilim, biz ailecek fark edebildiğimiz kadarıyla hastalanmama şansına sahip olabildik, ama hala Dünya'nın farklı yerlerinden salgının devamıyla ilgili değişik haberler gelmeye de devam ediyor. En azından Türkiye gündeminden tamamen düştü. Güzide ülkemizin gündeminde salgını dahi mumla aratacak gelişmeler yaşanıyor gerçi, ama kararlıyım, o tür konulara girerek, yılın ilk günlerinde bu satırlarda bir öfke nöbetine tutulmaya niyetim yok.

100% üstü enflasyon gibi absürt bir gerçekliği bir yana bırakırsak, salgının gündemden çıkmasıyla işler çok şükür normale döndü, ve 2022 yılında önceki iki senenin tüm maddi yaralarını bir şekilde sarmayı ve (varoluş) kaygı seviyemi dayanılabilir düzeylere çekmeyi başarabildim (ama şükrediyor muyum, tabii ki hayır, bakınız yukarıdaki sızlanmalar.)

2022 yılı çok şükür konserlere, tiyatrolara, operalara döndüğümüz bir yıl oldu. Çocukları hemen her hafta bir konsere ya da bir oyun izlemeye götürüyorum. Eskisi kadar (hatta hiç) direnmiyorlar, çok da keyif alıyorlar. Dalya da artık tamamen klasikçi oldu. Devlet senfoni orkestrasının konserlerini kaçırmıyoruz. Devlet ve şehir tiyatrolarının da abonesi olduk. İstanbul bütün zorluklarının yanı sıra zengin kültürel hayatıyla çok çeşitli seçenekler sunuyor. Yaz aylarında da yine çok güzel Kalamış konserleri izledik. Tüm izlediklerimizi gruplayarak kısa yazılara zaman içinde dökebilmeyi umuyorum.

Akşamları Nina'yla film ve dizi ritüellerimiz yıllardır olageldiği şekilde devam ediyor, o kadar çok birikti ki, onların hepsini listelemem mümkün olamayabilir ama belki en beğendiklerime değinebilirim. Salgın esnasında merak saldığım Felsefe Dünya'sı, işlerin ve çocukların tekrar eski tempolarına dönmeleriyle sekteye uğradı. Felsefe, en azından benim yorgun bir zihinle vakit ayırabildiğim bir uğraş değil. Seneye eylül ayında uzaktan eğitimle felsefe gibi, beni bu konuya daha sistematik yaklaşmaya yönlendirebilecek bir girişimde bulunarak öğrencilik hayatına dönme hayalim var. Tekrar öğrenci olmak orta yaş bunalımıma da iyi gelebilir, tüm kapılar da tamamen kapanmadı henüz :).  2022'de yine bilimkurgu ağırlıklı çok güzel kitaplar okudum, kafamı en güzel onlar dinlendiriyor/boşaltıyor.

Kış aylarında Nina'yla belediyenin pilates kurslarına başladık. Bu kış da devam ediyoruz, pazar sabahları Kalamış'a pilatese gidiyoruz, çok iyi geliyor, vücudumun esnekliğini kaybetme hızını azalttığını çok net hissediyorum. Yaz aylarında da sahilde günlük yürüyüşlerimize devam ettik. Akşamları Kalamış konserlerine de yürüyerek gidip gelmek çok keyifli oldu. Yani gözü kurtaramamış olsam da yaşlılığa karşı koymaya tam gaz devam etmek lazım.

2022'de tek bir oyun oynadım; Elden Ring. Vicdan azabı çekmeden (kendimi tebrik ediyorum) ve çok keyif alarak oynadım, gerçekten müthiş bir deneyimdi. Hayatta vaktimi harcamaya değer/değmez saçmalığını bünyemden bir nebze daha çıkarabileceğim bir bakiye hayat diliyorum.

2022 ve mutluluk deyince aklıma iki seyahat geliyor, bir can dostumla Mayısta Mardin'e Temmuz'da Fatsa'ya gittik. Her ikisi de çok büyüleyici deneyimler oldu. Mardin, yüksek beklentilerimin dahi üstünde etkiledi beni, biz bienali bahane ederek (bienalden haberdar olduğum gün aldım bileti) gittik, ama şehrin taşı, toprağı, insanları, kısacası her şeyi beni benden aldı. Kısa zamanda çevresini de şöyle bir dolandık, havasını soluduk, Midyat ve Nusaybin'e de ayak bastık. Tekrar tekrar gideceğim, taş teraslarında oturup uzun uzun o manzarayı içime çekeceğim.

Fatsa - Ordu arasında ise varlığını hayal dahi edemeyeceğim bir cennet parçası yatıyormuş, yeşilin her tonunda bir doğa ve mavinin her tonunda bir deniz ile karşılaştık, Karadeniz kesinlikle kara değilmiş. Kurulan yeni arkadaşlıklar, doyumsuz özgürlük hissi, tasalardan, dertlerden uzak bir kaç gün ilaç gibi geldi ruhuma. Dönerken yolumuzu uzatıp yaylasına da çıktık, oralar bu Dünya'dan değil.

2023 için hedefim kesinlikle daha çok seyahat ve dostlarımla daha sık bir araya gelmek. Sağ olsunlar her biri Dünya'nın başka bir tarafına dağılmış durumda, dolayısıyla bu iki dilek güzelce de birleşebilirler. Bu şehirde kendi rutinimde boğulurken kesinlikle insanlıktan çıktığımı hissediyorum. O asabi tosbağa hallerimden nefret ediyorum, sokaktaki tiksindiğim insanlarla dalaşmaktan, kimseye güler yüz gösteremeyecek kadar ruhumun zedelenmesinden büyük rahatsızlık duyuyorum, İstanbul bu kalabalığı ve bu ülke bu kadar sorunu, depresyonu kaldıramıyor, artık, herkes herkesi boğazlamak üzere, ve o harala gürele arasında kendimi kaybeder gibi hissediyorum. Hızla ve sıklıkla buralardan uzaklaşmaya, kafamı biraz yukarı çıkarıp bir nefes almaya çok ihtiyacım var. Her seferinde geri dönüp hayatla yaşadığım bu boks maçında, yeni raunda çıkmaya hazır hale gelebilmem gerekiyor.

Şu yazıda bile ruh halim gitti gitti geldi, yeni yılda kendimi biraz daha pamuklara sarmam lazım, 2022'de çocuklar konusuna şimdilik hiç girmedim, onları da ayrı yazılarda yazarak içimi dökeceğim (bakalım dökebilecek miyim?).

Hiç yorum yok: