24 Ocak 2023 Salı

La Bayadère - L. Minkus

Bu günceye eski yazılarımda denk gelenler bilir, yıllardır AKM kapandığından beri hakkıyla klasik bale izleyebileceğimiz bir sahnemiz kalmayışından dert yanıyordum. AKM opera salonu açılır açılmaz ilk izlemeye koştuğum eser de çok sevdiğim Don Kişot balesi oldu. Opera Salonu'ndan önce açılan AKM Tiyatro salonunda ise "Yunus Mana / Alaz ile Cemre"'yi ve son yıllarda izlediğim en etkileyici modern bale eseri "Bir Bedenden İçeri"'yi seyretmiştik. AKM'nin müthiş kompleksinde bir de çok amaçlı salonu bulunuyor, orada da "4x8 Dar Alanda Retrospektif"'i izlemiştik.

Sanal hafızama düştüğüm bu notlardan sonra gelelim La Bayadère balesine. Daha önce izleyip izlemediğimi hatırlayamadım, en azından bu güncede notu yok. Çocuklarla yıllar içerisinde pek çok bale eseri izledik, genelde Dalya beğenir ama Cem çok etkilenmezdi. Ben de ona büyük bir sahnede bale izleyene kadar, baleden zevk alıp almadığına karar veremezsin derdim. Bu sefer de Dalya gitmeye istekli ama Cem biraz isteksizdi. Önyargısız yaklaşmasını, en azından Minkus'un güzel müziklerine odaklanmasını rica ettim. Sahnenin büyüklüğünün, hem koreografilerin tüm güzelliğini ortaya çıkaracağını, hem de solistlerin insan vücudunun sınırlarını zorlayacak estetik dolu atletik hünerlerini göz önüne serebilecekleri bir platform sağlayabileceğini anlattım.

Çok güzel bir de bale seyircisi vardı, dansçıların sergiledikleri yetenekleri, aralarda alkış ve bravolarla yüreklendiriliyordu. İlk perdenin sonunda Cem bunun normal olup olmadığını sordu, klasik müzikte bölüm aralarında dahi alkış yapılmaması gerekiyordu. Gerçi AKM 'nin kapalı kaldığı yıllarda bu kültürü maalesef yitirmiş olan daha yeni kuşak izleyicilerimiz henüz bunu idrak edemediler. Broşürlerde dahi alkış simgeleriyle belirtilmiş olan alkış yerleri, coşkulu seyircimiz tarafından ısrarla göz ardı ediliyor. Bir de parçanın bitmesini, hele o son notanın tınlamasını, tamamen kaybolmasını beklemeden marifetmiş gibi (hatta çoğu zaman bitmeden) alkışı basan işgüzarlar hiç azımsanacak sayıda değiller. Bu konudaki tutucu tavrımı çocuklara da geçirmiş durumdayım, alkış için ısrarla tüm bölümlerin tamamlanmasını bekliyoruz.

Baleye dönersek, operada da olduğu üzere seyircinin bu konuda daha özgür olduğunu belirttim. Hele balerinlerden biri 32 fouettes dönüşünü (tek ayak üzerinde yapılan 32 dönüş) yaparsa, seyirci bunu hisseder hissetmez, alkışlamaya başlar, bir crescendo şekilde alkış şiddeti yükselir diye anlattım. 2. perdede bir Petipa koreografisinden beklediğim üzere bu dönüş geldi, kaç kere döndüğünü sayamadım, ama Ami Naito çok güzel bir şekilde icra etti ve seyirci de hakkını verdi.

3. perdedeki rüya sekansında 24 dansçıdan oluşan corps de ballet'nin teker teker eklenerek sahneye çıktıkları bölüm ve onların önüne katılan solistlerin sundukları etkileyici pas de deux'ler klasik bir bale eserinin tüm güzelliklerini gözlerimiz önüne serdi. Cem en çok Solor'un akrobatik danslarından etkilendiğini ve baleyi beğendiğini söyledi. Eserin Hindistan'da geçiyor olmasının etkisiyle oryantalist ve gösterişli kostüm ve dekorlar da renklendirici bir unsur oldu. Benim için klasik baleden daha çok zevk alabilmem için tek bir eksik unsur kaldı, o da şu anda sahnede olan dansçıları farklı eserlerde izleyebilmek, onları tanıyabilmek ve zaman içinde yıldızlaşmalarını gözlemleyebilmek.

Gençliğimin sahne sanatlarıyla ilgili en güzel anıları, adeta bir futbol fanatiğinin takım tutması şeklinde takip ettiğim yıldızlar idi. Gösteri akşamına kadar kimin sahneye çıkacağını bilemez, elime broşürü aldığımda Hülya Aksular, Ayfer Zeren, Oktay Keresteci veya Deniz Berge gibi yıldızların (opera özelinde tabii ki Zehra Yıldız) isimlerini gördüğümde daha yerime oturmadan kalp atışlarım hızlanırdı. Şu anda sahnedeki gençlerimizin tecrübe kazanmaya, takdir edilmeye, kendilerine güvenlerini insan üstü bir noktaya çekmeye ihtiyaçları bulunuyor ki, yukarıda saydığım (ve niceleri) isimlerin sahip oldukları sahne ışığına sahip olabilsinler.

La Bayadere'in konusuna hiç girmedim, ama zaten çok kritik de değil. Çok klasik bir imkansız aşk hikayesi "Romeo & Juliet" tarzında anlatılıyor. Müzikleri de gerçekten çok güzel, özellikle Nikiya'nın ölüm dansındaki çello parçasından çok etkilendim.

Nikiya: Berrin Kocabaşoğlu

Solor: Yılmaz Berkay Günay

Gamzatti: Ami Naito

Altın İdol: Can Bezirganoğlu

Koreograf: M. Petipa
Sahneye Koyan ve Düzenleyen: Ayşem Sunal Savaşkurt
Orkestra Şefi: Zdravko Lazarov
Dekor Tasarımı: Efter Tunç
Kostüm Tasarımı: Gülden Sayıl
Işık Tasarımı: Önder Arık
    

Hiç yorum yok: