13 Ocak 2023 Cuma

Everything Everywhere All At Once (2022) - Dan Kwan / Daniel Scheinert 8/10

Hayatımızdaki yol ayrımlarında bir tercih yapıp dümeni bir tarafa kırıyoruz, peki diğer tarafı tercih etseydik hayatımız nasıl gelişirdi, biz nasıl biri olurduk? Belki de her düğüm noktasında, başka bir versiyonumuz, paralel bir evrende, diğer yoldan yürüyor. Böyle düşünürsek, bir ömür boyunca neredeyse sonsuz (ölüm vesilesiyle sonlu) paralel evrenlerde, farklı versiyonlarımız bambaşka hayatlar yaşıyor olabilir. Bu durum mutlaka önemli bir yol ayrımıyla da oluşmak durumunda değil, mesela Sliding Doors (1998)'da Gywneth Paltrow'un canlandırdığı karakterin metroya son anda yetişmesi veya kaçırması hallerinde hayatı iki farklı yönde ilerliyordu.

Yani günlük hayatımızda da gayet sıradan olaylar, rastlantılar, hayatımızda farkında olmadığımız büyük değişiklikler yaratıyor olabilir. Peki bu sayısız paralel evrenlerdeki versiyonlarımıza erişebilseydik, hatta eriştiğimizde, onların sahip oldukları yetenekleri üstümüze geçirebilme şansımız olsaydı, neler olurdu? İşte dün akşam izlediğim, yaratıcılığın dibine vurmuş bu film, bu fantastik tema üzerine dönüyor. Esasında filmle ilgili bir şeyler çiziktirmeye çalışmadan önce filmi bir kaç kere daha izlemek gerekir, zira o kadar yüksek bir temposu var ki, muhtemelen filmin neredeyse 2,5 saatlik süresinde verilenlerin çok küçük bir kısmını algılayabildim. Bu noktada filmin sayısız artılarından birini hemen vurgulamak mümkün; Tüm kaosa rağmen, eserin ana iskeleti rahatlıkla takip edilebiliyor.

Sinemanın neredeyse her türünü bu filmde harmanlamayı başarmış yönetmen ikilisi. Dram, absürt komedi, fantastik, bilim kurgu, Uzakdoğu dövüş sporları, macera ve nicesi. Tüm bunları da çorbaya çevirmeden kıvamında yapıyorlar. İşledikleri konular da çok çeşitli; hayattan beklentilerimiz, anne-kız, karı-koca ilişkileri, kuşaklar arası çatışma, göçmen sorunu ... Çeşitlilik tür ve konularla da sınırlı değil, sinema tarihinin pek çok başyapıtına da göndermeler var, pek çok sahne deja vu etkisi yapıyor. Sadece hangi filmlere referans verdiğini tespit edebilmek için dahi tekrar izlemek gerekir. En bariz olanı, taptığım In The Mood For Love (2001) filminin (bkz. güncenin arka plan görseli) Dünya'sında geçen (romantizm temalı) paralel evrendi. Star Wars'un karanlık tarafa geçip geçmeme meselesi de çok "tatlı" bir mizahla verilmiş. Ratatouille (2007) ise Raccacoonie olarak neredeyse birebir alınmış. Daha niceleri, yani film, isminin hakkını da tam olarak veriyor.

Bir önceki yazımda hayatımın eksilen potansiyellerinden bahsederken esasında daha çok, farkında olduğum tercihlerimi, hayallerimi düşünmüştüm. Ama bir de hayat yolumuzda farkında olmadığımız çatallar yanı başımızdan gelip teğet geçiyor, hissetmiyoruz. Dün akşamdan beri kafamda bu düşünceler fingirdiyor. Belki de aklımın ucundan dahi geçmeyen yaşam seçenekleri defalarca sıyırdı bedenimi. Bir dansçı veya bir yönetmen olmayı (en azından bu yönde bir mücadele vermeyi) tercih etmedim, ama belki bu bariz tercihlerimin dahi farklı şekillenmesine sebep olabilecek bir sürü olaylar zinciri (veya tekili) gerçekleşebilirdi. Hayatımıza soktuğumuz, hayatımızdan çıkardığımız insanlar dahi kim bilir nasıl etkiliyor yaşam çizgimizi.

Bu konuda düşünmek dahi eğlenceli bir zihin jimnastiği. Diğer yandan filmde olduğu üzere gerçekleşmemiş potansiyelleri paralel evrenlerde görebilmek ve hatta deneyimleyebilmek, kendi evrenimizde kendimizi daha fazla hırpalamamıza sebep olurdu. Keşke öyle yapsaydım, böyle yapmasaydım diyerek de geçmez bu hayat. Zaten neyse ki o bizde gerçekleşmemiş potansiyelleri görme şansımız da yok. Benim canımı sıkabilen zaten esasında geçmişte aldığım kararlar, yaptığım tercihler değil, hepsinin arkasında duruyorum çok şükür, ama yaş ilerledikçe üzerinde yürüdüğümüz yol daralıyor ya, hayat artık (gençken algılanabildiği üzere) sonsuz seçenekler sunmuyor, sorumluluklar üzerimize çullanıyor. Yaşlanmanın esas can sıkıcı kısmı bu kanımca.

Filme pek çok konuda övgüler düzmek mümkün, es geçmemem gereken bir tanesi oyunculuklar. Crouching Tiger Hidden Dragon (2000)'da izlediğimden itibaren büyük hayranı olduğum Michelle Yeoh bu sene bence (Tar (2022)'daki performansıyla) Cate Blanchett'le birlikte bütün ödülleri toplayacak. Filmin efektleri, baş döndürücü kurgusu da çok başarılı. Kabuğunda çok yüzeysel gibi gözüküp, içine girdikçe katman katman derinlik içeren bu filme tam puan vermemi engelleyen, tek seferde hazmedememiş olmam, benim açımdan filmin etkisinden eksilten bu durum tabii ki benden kaynaklanıyor, ama puan da zaten benim gayet öznel puanım :)


Hiç yorum yok: