11 Şubat 2010 Perşembe

Bahman Ghobadi ve No One Knows About Persian Cats

Dünya Sinemasına meraklı olup, İran sinemasıyla yolu daha önce az kesişmişlere özellikle Abbas Kiarostami, Mohsen Makhmalbaf, Jafar Panahi ve bugünkü konuğumuz Bahman Ghobadi'nin filmlerini tavsiye ederim. İran sineması deyince akla ilk gelen bu yönetmenlerin ortak yanları çok zor şartlarda ve sert bir sansür altında filmlerini yapmak zorunda olmaları. Sanırım bu zorluklar onları sade ve gerçekçi filmler yapmaya yönlendiriyor, tekrara düşmemek için de ellerindeki kısıtlı malzemeyi oldukça yaratıcı kullanıyorlar. "Ayneh", "Ten", "A Moment of Innocence", "Taste of Cherry", "Offside", "Through the Olive Trees" iran sinemasının güzel örneklerinden aklıma ilk gelenler.
Bahman Ghobadi'ye gelince, daha önce ilk olarak İstanbul Film Festivalinde izlediğim "Marooned in Iraq"ı beğenmiş, daha sonra daha da çok beğendiğim "Turtles Can Fly"ını izlemiştim. Her iki film de İran'la Irak arasına sıkışmış, Saddam tarafından acımasız katliamlara maruz kalmış kürtlerin zorlu yaşam mücadelelerinden bir kesit sunuyor.
Bu yılki If İstanbul programında bulunan Ghobadi'nin son filmi "No One Knows About Persian Cats"de, yönetmen kamerasını Tahran'da çok zor şartlar altında müzik yapmaya çalışan gençlere çeviriyor. Internette bulunabilen önsözünde izleyicilerden bu filmi mümkün olan tüm mecralardan yaymalarını rica ediyor, çünkü yönetmenin filmini yasal yollardan İran'da izlettirme imkanı yok. Film de zaten yasal izin olmadan kaçak (gerilla stilinde) çekilmiş. Film boyunca rap'den heavy metal'e kadar dünyadaki hemen tüm müzik akımlarından örnekler veren İranlı gençlere kulak veriyoruz. Filmin merkezinde ise yasal yollardan yurt dışına çıkma izni alması çok güç olan bir Indie-rock grubunun Londra'da konser verebilmek için kaçak pasaport ve vize tedarik etme mücadelesine tanıklık ediyoruz. İşte filmin maalesef zayıf halkası da burada, hikaye ve karakterler o kadar zayıf işleniyor ve arka plana atılıyor ki, yönetmen keşke bunu bir sinema filmi olarak çekmese de güzel bir belgesel çıkartsaydı diye düşündürtüyor. Hikaye sadece birbirinden kopuk müzik akımı ve gruplarını birbirlerine ulamak için bir araç olarak kullanılmış, bunun da hakkını maalesef veremiyor.
Çok benzer bir malzemeyi Fatih Akın "Crossing the Bridge: The Sound of Istanbul" isimli belgeselinde mükemmel bir şekilde kullanıyor. İstanbul'da üretilen çok farklı türde müzikleri, içinden çıktıkları kültürlerle beraber çok güzel ve sürükleyici bir şekilde harmanlayarak tekrar tekrar izlenebilecek bir belgesel ortaya çıkarıyor. Evet Ghobadi çok zor şartlarda bu filmi yapabilmiş, ama zor şartlar İranlı yönetmenleri daha önce durduramamıştı, her zorluğun üstesinden yaratıcılıklarıyla gelmeyi başarmışlardı.
İkinci bir eleştirim de, filmdeki müziklerin hemen hepsinin türlerinin kaliteli örnekleri olmakla beraber yurtdışındaki türdeşlerinin birer kopyası olmalarıydı, yani o müziklere kendi kültürlerinden fazla bir şey katılmamış gibi geldi bana. Bu tabii baskı altında yaşayan gençlerin bir nevi kendi kültürlerine tepkisi olabilir ama filme dışarıdan nesnel yaklaşmamız gerekirse, izleyici olarak daha otantik tınılar beklentimiz de karşılanmıyor. O zaman film, "vay İran'da da Avrupa'daki seviyede müzik yapılıyormuş" mesajına indirgenmiş oluyor. Mesela yine Fatih Akın'ın filmiyle kıyaslarsam, İstanbul'daki müziklerde İstanbul'dan Anadolu'dan yoğun izler hissediliyor, veya bu müziğe yakın olduğum için ben böyle hissediyorum, bir de bu filmi seyreden yabancılara fikirlerini sormak lazım.
Ghobadi'nin ve İran sinemasının daha güzel örneklerini izleyebilme dileğiyle bu yazıyı da noktalayalım.

Hiç yorum yok: