Sam Mendes birbiri ardına güzel filmler üreten bir yönetmen. Pek çok iyi filmin hem seveni hem de sevmiyenleri olur ama Mendes'in 1999 yapımı ilk sinema filmi "American Beauty"e herhalde hayran kalmayan olmamıştır. Benim de bu bloga başladığımda hazırladığım en sevdiğim 100 film listemde sağlam bir yeri vardır. Filmlerini kronolojik olarak sıralarsak, 2002'de çektiği "Road to Perdition" benim göreceli olarak en az beğendiğim Mendes filmidir. Yönetmenliğinin hakkını vermekle beraber, gerek hiç beğenmediğim Tom Hanks'in bu roldeki sönüklüğü, gerekse de konunun fazlaca çiğnenmiş ve her sahnesi önden tahmin edilir bir mafya filmi olması itibariyle bu filmi bir kenara koyalım.
Sırada 2005 yapımı Jarhead var. Savaş filmlerinden genelde hiç hazzetmem, özellikle de yüzlerce çekilmiş vietnam filmleri fenalık geçirmeme sebep olur. Beğendiğim çok az savaş filmi var, aklıma ilk gelenler "Apocalypse Now", "Three Kings", "Full Metal Jacket". Jarhead ise unutulmaz bir film olmamakla beraber, çok kaliteli yönetimi, Jake Gyllenhaal'in başarılı oyunculuğu ve özellikle de diğer savaş filmlerinin ısrarla mesaj verme çırpınmalarına prim vermemesiyle beğenerek izlediğim bir film oldu.
2008 yapımı "Revolutionary Road, Mendes'in bence en iyi filmidir, hatta bir "en beğendiğim 10 film" listesi yapmaya kalkışsam kararsız kalacağım filmler yığınından birisidir. Kate Winslet Oscar'ı kesinlikle bu filmdeki muhteşem performansıyla almalıydı, Reader'daki rolü ile değil, ama Oscar'a akıl erdirmeye çalışmak zaten büyük bir hata olur. Bu film bence pek çok insanı hayatları üzerine düşünmeye itecek, onlara günlük hayatın koşturmacası arasında unuttukları ideallerini hatırlamaya yöneltecek ve bir çok ilişkinin de derinden sorgulanıp sarsılmasına sebep olabilecek bir potansiyele sahip.
Mendes'in bir özelliği de filmlerini sıralarken beliriyor; her filmin de farklı bir zaman diliminde farklı bir genre deniyor ve gerçekten başarılı oluyor. Mendes bu formülü son filmi "Away We Go"da da bozmuyor, ve tam Sundance'lik bir bağımsız filme imza atıyor. Film, birbirini çok seven bir çiftin doğacak çocuklarını büyütecekleri yeri seçmek üzere çıktıkları aday şehir yolculuklarını anlatıyor. Tam bağımsız film tadında ve giriş-gelişme-sonucu belli büyük dramlar söz konusu değil, sadece bu tatlı çiftin hayatlarının bir kesitine şahitlik ediyoruz. Filmin komedi kıvamı da tam yerinde, özellikle Maggie Gyllenhaal'un olduğu bölüm çok eğlendirici.
Eve yorgun geldiğinizde kafanızı dağıtmak, yüzünüze bir gülümseme yerleştirmek için ideal bir film.
1 yorum:
Gecen sene bu filmi büyük bir keyifle Zürich Film Festivali'nde izlemistim. Aklima hemen yine bu festival'de daha da keyifle izledigim Humpday geldi. Bu filmide izlediysen yorumlarini merak ederim. Bence bu cok seker film, filmlerin az bir bütceyle ve basit bir düzenekle cekilebilecegininde cok güzel bir kaniti. Buarada festivalde Lynn Shelton filmin cekis hikayesini anlatmis ve sorulari yanitlamisti. Sohpette kendisi gibi cok keyifliydi.
Yorum Gönder