John Woo favori yönetmenlerimden değildir ama hakkını vermek gerekir, Hong Kong aksiyon sinemasının yaratıcısıdır. Bu tarzın filmlerinden birine mutlaka herkes bir gün denk gelmiştir, hani havada yüzbinlerce kurşun uçuşur da biri dahi kahramanımıza isabet etmez, ama kahramanımızın sıktığı her kurşun bir seferde 20 kötü mafya elemanını birden deler geçer. Ama tabii Woo'nun filmlerini sadece bir kurşun yağmuruna indirgemek doğru olmaz, onun filmlerini özellikle renklerin vurgulandığı bir estetik ve ağır çekimler sarmalar. Bu iki ögeyi sinema dilinde inanılmaz güzellikte kullanan en favori yönetmenim Wang Kar-Wai'nin ilk çektiği filmi "As tears go by"'ı izlediğimde acaba yanlış filmi mi izledim, bu kesinlikle bir John Woo filmi olmalı diye düşünmüştüm, o kadar etkisi altında kalmış olsa gerek. Neyseki usta bu ilk filminden sonra kendi sinema dilini, hemen sonraki filminden itibaren mükemmel bir şekilde oturtarak bir Woo taklidi olma tehlikesinden kurtuldu ve birbiri ardına başyapıtlar vermeye başladı (ta ki beni tek kelimeyle yıkan son Hollywood faciası "My Blueberry Nights"a kadar, neyse bu başlıca ayrı bir yazı konusu, hiç girmeyelim)
John Woo'ya dönersek, Hollywood'a ruhunu satmadan önce çektiği tüm filmler birbirine benzer, hani Bukowski'nin bir kitabını okursanız, tümünü okumuş gibi olursunuz ya, John Woo sinemasını da anlamak için iki filmi izlemek yeterlidir: "Hard Boiled" ve "Killer", bu tarz filmleri sevenler muhteşem Tony Leung hatırına "A Bullet in the Head"i de izleyebilirler, ama bence bu üçü gerçekten yeter, dördüncü bir Woo işin tadını kaçırmaya başlayabilir.
Uzakdoğu sinemasında biraz başarılı olan yönetmenler gerekli bütçeyi toparlayınca mutlaka Çin'in tarihindeki hanedanlıklardan birinde geçen büyük bütçeli bir savaş filmi yapmak ister sanki. Mesela Kaige Chen ve yine benim çok çok sevdiğim bir yönetmen olan Zhang Yimou bu yönetmenlerdendir. Özellikle Yimou'nun çektiği "Hero" bu tarzın kitabını yazmıştır. Çin hanedanlığıyla alakalı olmamasına rağmen bir Shakespeare uyarlaması olan Kurosawa'nın "Ran"ı da bir iktidar kavgasını anlatır ve bir şaheserdir. Özellikle bu iki filmin üzerine çekilecek filmin yeni bir şeyler söylüyor olması gerekir ki, bu uzun girişten sonra bahsedeceğim film her açıdan bu konuda başarısız.
2 bölüm ve toplam 5 saate yakın süresiyle Red Cliff''den bahsediyorum. Başrolde uzakdoğuda çekilmiş hemen her iyi filmin başrolünde oynayan (evet kabul ediyorum, biraz abarttım), bence dünyanın en karizmatik erkek oyuncusu Tony Leung ve özellikle Chungking Express'teki ananas takıntısından hatırladığımız Takeshi Kaneshiro'nun oynaması itibariyle ümitlendiğim film, Woo'nun damarlarına fazlasıyla teneffüs etmiş Hollywood zehiri sebebiyle tam bir zaman kaybına dönüşüyor. Çok para harcamışlar, binlerce figüran kullanmışlar ama maalesef olmamış, filmde belki eski Woo'dan kalan tek şey bizim kahramanların uçan yüzbinlerce oktan hasar almamaları, ama üç beş kişi saldırdıkları halde koca bir orduyu devirebilmeleri.
Film ayrıca bana çok yoğun şekilde Troya'yı anımsattı, sanki Troya'nın uzakdoğu remake'i, hatta savaş aynı şekilde bir kadına olan aşk uğruna çıkıyor. Sonuç olarak siz siz olun benim düştüğüm hataya düşmeyin, hayatınızın beş saatini daha güzel başka uğraşlarla geçirin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder