Oscar Ödülleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Oscar Ödülleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2021 Cumartesi

Oscar Ödülleri 2021


Bu günceye yazmaya başlayalı 10 yılı devirdim. Yönetmen odaklı sinema notlarıyla başlamıştım, zamanla farklı ilgi alanlarıma dair öznel notlara dönüştü. Sinemada iki farklı uçta durduğunu düşündüğüm iki ödül ekolüne, yani Cannes Altın Palmiye ve Oscar Ödüllerine düzenli bir şekilde yorumlarda bulunmaya gayret ediyorum. Altın Palmiye ödüllerinde en son şu yazıda 2016 yılında kalmışım, sonraki yılları yapılacaklar listeme ekliyorum. Oscar ödüllerinde ise şu yazıda geçen yılı değerlendirmiştim. O yazıda, yıllardır sık sık sadece ana akım yapımları ödüllendirmesiyle eleştirdiğim Akademi'nin ilk defa, aday gösterdiği tüm filmleri beğendiğimi, ancak en beğendiğim film olan Parasite'in en iyi film ödülü alabileceğini düşünmediğimi iletmişim. Yanılmışım, en iyi film adaylarının kalitesiyle şaşırtan Akademi, en iyi film Oscar'ını da Parasite'e vererek, sanat olarak sinemaya artık daha fazla değer vereceğini göstermiş oldu.

Bu seneki aday filmlere baktığımda da, geçen senekine benzer bir şekilde çok kaliteli filmlerin yarıştığını görüyorum. Kadınların Devrimi yazımda bahsettiğim üzere güçlenmekte olan kadın sineması Oscar ödüllerinde de hem en iyi film hem en iyi yönetmen adaylıklarında Chloé Zao ve Emerald Fennell ile temsil ediliyorlar. Bence Regina King ile One Night in Miami de mutlaka bu adayların arasında olmalıydı.

Aday filmlerden dördüne daha önceki yazılarda değinmiştim, kalan dördüne kısa notlar düşerek, beğeni sırama göre sıralıyorum;

Nomadland 9/10

En iyi film ve en iyi yönetmenin yanı sıra Frances McDormand'ın Oscar'a bir kez daha uzanabileceğini düşünüyorum. Oscar habercisi Altın Küre'de Andra Day ödülü aldı, ancak çok iyi oynamasına rağmen, filmlerin arasındaki kalite farkı sebebiyle benim gönlüm McDormand'dan yana.




Promising Young Woman 8/10

McDormand en iyi kadın oyuncu ödülünü alamazsa benim listemde Carey Mulligan ikinci sırada, müthiş bir oyunculuk ortaya koyduğunu düşünüyorum.


Sound of Metal 8/10

Bir heavy metal grubunun bateristinin işitme duyusunu kaybetmeye başlamasını izliyoruz. Müthiş bir ses tasarımıyla, bu ses kaybının fiziksel olarak nasıl duyumsandığı hakkında bir fikir sahibi olurken, Riz Ahmed'in etkileyici oyunuyla da, hayatındaki en büyük tutkusu ellerinin arasından kayıp giden bir müzisyenin iç Dünya'sına dalabiliyoruz.


Minari 8/10

ABD'de Koreli göçmen bir ailenin hayata tutunma mücadelesini izliyoruz. Evin küçük oğlunun kalbindeki delik sebebiyle aile şehirden uzaklaşarak daha doğa içinde yaşamak ister. Maddi güçlükler yaşamakta olan ailenin babası taşrada Kore sebzeleri yetiştireceği bir tarla hayali kurmaktadır. Anne oğlu için fazla endişelidir, hastanelere uzak olmak onu rahatsız eder. Onlara destek olmak için anneanne de Kore'den gelir. Aile içi ve kuşaklar arası ilişkileri son derece sade ve gerçekçi işleyen nefis bir aile draması.  


The Father 8/10

Büyük konuşmayayım ama bence demans, olabilecek hastalıkların en kötülerinden birisi olsa gerek. Sinemada pek çok kez işlenmiş bir konu olmasına rağmen, hastanın perspektifinden bu kadar iyi anlatılmış bir örneğini hatırlamıyorum. Her şeyi hastanın gözünden gördüğümüz için, hatırlanamayanın yarattığı travmayı çok net anlayabiliyoruz. Anthony Hopkins yine harikalar yaratıyor. Bence en iyi erkek oyuncu ödülü için en güçlü aday. Çok genç yaşta hayatını kaybettiğinden dolayı Chadwick Boseman, Altın Küre'de olduğu üzere bu ödülü de duygusal sebeplerle alacak muhtemelen. Gerçekten de çok iyi oynuyor, ancak Ma Rainey's Black Bottom beni film olarak fazla ikna edemedi.


Judas and the Black Messiah 7/10




Mank 7/10

Tüm filmlerini (ve dizisini) çok beğendiğim yönetmen David Fincher, tüm zamanların en büyük yönetmenlerinden Orson Welles'in büyük klasiği Citizen Kane'in yazılış hikayesini anlatıyor. Dönemin stüdyolarını, önemli isimlerini, güncel olaylarını bilmeyen biri için takip edilmesi son derece zor bir film olmuş. Citizen Kane'e paralel kusursuz siyah beyaz bir teknikle çekilmiş ama kimin kim olduğunu anlamaya çalışmaktan dolayı fazla keyif alamadım. 


The Trial of the Chicago 7/10



19 Ocak 2020 Pazar

Oscar Ödülleri 2020 - En iyi Film


Geçen sene Roma dışında hangi film kazansa, ödülün hakkını veremeyecekti kanımca, netekim Green Book gerçekten de bir en iyi film olmaktan çok uzaktı. Bu sene ise neredeyse hangisi kazanırsa kazansın, neden diye fazla soramayacağım, çünkü gerçekten de güzel filmler var, özellikle bana göre aşağıdaki ilk 5 hak ediyor.

******************


Parasite – Bong Joon-ho - 9

Geçen sene Roma'nın yaptığını bu sefer Parasite başarıyor, yabancı dilde bir film olarak listeye giriyor. Gerçekten çok çok özel bir film, bu filme ayrıca bir yazıda notlar düşmek istiyorum, izlediğimden beri fikirler aklımda uçuşuyor. Dünya'daki sınıflar arası mücadelenin resmini bu kadar net, bu kadar tarafsız çeken bir film daha olduğunu sanmıyorum. Mecaz ve simgelerle dolu bir alegori olmasına rağmen, burnu havada değil, her kesimden izleyicinin beğenebileceği sürükleyici, gerilimli, eğlenceli, komik, acıklı bir film. Bana göre tartışmasız senenin en iyi filmi.

******************


Joker – Todd Phillips - 9

Bir süper kahraman hikayesi olmadığını, jokerin joker olmasının hikayesi olduğunu bilmeme rağmen, özellikle de çok popüler olması itibariyle, daha yüzeysel bir film bekliyordum, ama izlediğimde çok olumlu yönde şaşırdım. Büyük çoğunluğun hikayesini anlattığını düşünüyorum, öfkesini, yıkımını o kadar net ifade ediyor ki, jokerle kurulan empati insanın kendinden korkmasına sebep oluyor. En iyi erkek ödülü garanti olan Joaquin Phoenix ayakta alkışı hak ediyor. Ancak film sadece Phoenix ile öne çıkmıyor, müzikleri, yan rolleri, rejisi, hepsi çok başarılı. Parasite'e en iyi yabancı film ödülünü vermekle yetineceklerinden, ödülün bana göre en büyük favorisi.  

******************


Marriage Story – Noah Baumbach - 9

Baumbach bayıldığım filmler üretmeye devam ediyor. Marriage Story'i izlerken aklıma hemen Bergman'ın "Scenes from a marriage" filmi geldi. Daha doğal, daha çiğ, daha gizli kamera kıvamında bir filmdi. Baumbach'ın versiyonu daha renkli, daha süslü ve farklı şekilde çok değerli. Bir çiftin ilişkilerinin safhalarını, aşkla başlayan, ama zamanla dönüştüğü noktada kadının ilişkide bulunduğu yeri sorguladığı, oyunculukların gücüyle öne çıkan bir yapım. Tartışma sahnesi film tarihindeki yerini çoktan aldı, ama Adam Driver'ın ödül konusundaki şanssızlığı Joker'in bulunduğu yıla denk gelmesi. Henüz izlemedim ama Scarlett Johansson'un da ödülü Judy filminde Renée Zellweger'e kaptıracağı konuşuluyor. Oyunculuk ödüllerinde teselliyi muhtemelen muhteşem Laura Dern ile yardımcı kadın oyuncu kategorisinde alacaklar.

******************


1917 – Sam Mendes - 8

Altın Küre ödülünü de aldığından dolayı kağıt üzerinde ödülün en büyük favorisi 1917. Görünürde tek planda çekilmiş olması, kameranın gözünü takip ettiği 2 askerden bir an bile ayırmaması, seyirciyi adeta hipnotize ederek savaşın içine kadar çekip, iliklerine kadar hissettirmesi itibariyle gerçekten de bir başyapıt. En iyi yönetmen ödülünü gözü kapalı alması lazım, kusursuz görüntü yönetimiyle de diğer kategorilerde ödülleri hak ediyor. En iyi film için bana göre tek eksiği, oyunculuklardaki duygu aktarımı. Evet bizi arka fonda keman müziği eşliğinde ağlamaya sevk etmiyor, duygularımızı manipüle etmek adına en ufak bir girişimi yok (çok müteşekkirim) ama askerlerin filmin başından sonuna kadar ki soğuk kanlılıkları biraz fazla geldi. Tabii gerçekten savaşta nasıl bir ruh halinde olduklarını bilmek mümkün değil, ama bu durum filmin amacına hizmet etmekle birlikte, inandırıcılığından biraz fire verdiriyor.

******************


The Irishman – Martin Scorsese - 8

Mafya filmlerini oldum olası pek sevmem, egoların abartılı çarpışmaları bana pek mükerrer gelir. Ama Scorsese'nin bu sefer gösteriş dolu bir sirk yerine, daha gerçekçi, karakterleri zaaflarıyla birlikte göstermesini çok olumlu buldum. Erkekleri oldukları gibi zavallı, ve adeta anaokulundaki olgunluk seviyesinde birer çocuk gibi tasvir etmesi, kulaktan kulağa iletilen mesajlar, çocukça verilen güç mücadelesi, klişe Hollywood mafya akımına inat, çok daha gerçekçi. Filmin gerçek bir hikayeden yola çıkarak, bir tetikçinin (ispatlanmamış) itiraflarına yer vermesi de bu doğallığı destekliyor. İlk bir saat kazasız atlatılırsa 3,5 saatlik süreyi hissettirmeden kendini izletmesi, filmin benim nezdimde artı hanesine büyük yazılıyor. Filmin en sıkıntılı tarafı bilgisayar efektleriyle gençleştirilmiş Robert De Niro'nun suratı, gözlerin mavi hali, yüzün sürekli flu garip görüntüsü fena dikkat dağıtıyor. Al Pacino ve Joe Pesci'nin oyunculukları ise etkileyici, özellikle Pesci en iyi yardımcı erkek oyuncu için önemli bir aday. 

******************


Little Women – Greta Gerwig - 8

Bir dönem filmi olarak ve de kadın bir yönetmene ait olması itibariyle, kategorinin önemli açıklarını kapatıyor Küçük Kadınlar. Müthiş bir oyuncu kadrosu, çok başarılı bir rejiyle birleşince güzel bir film çıkmış ortaya. Louisa May Alcott'ın birbirlerinden farklı yetenek ve karakterlere sahip 4 kız kardeşin hikayesini anlattığı müthiş klasik romanından uyarlanan film, oldukça zorlu bir göreve kalkışıyor. Sezonlar boyu sürecek bir diziye yetecek hikaye ve detaya sahip bir eseri (kalın da bir kitap), film formatına sığdırmak başlı başına zor bir görev. Zaman içerisinde ileri geri gidip gelerek başarıyla çözüyor Gerwig bunu, ama filmin atladığını, hızlı geçtiğini hissettirdiği kısımları, izleyenlerin bir şeylerin eksik kaldığı hissine kapılmalarına sebep oluyor.

******************


Once Upon a Time in Hollywood –  Quentin Tarantino - 7

Tarantino'nun çok daha iyi filmleri varken (bakınız Inglourious Basterds), bu filmle ödül alması yazık olur. Belli sahneleri çok başarılı, Leonardo Di Caprio yine döktürüyor, Brad Pitt fena değil, ama bir bütün olarak çok da özel bir film değil. Polanski'nin ve eşinin gerçek hayatta başına gelenlerden haberdar olmayanlar için filmin sonundaki sürpriz de çok bir şey ifade etmeyecek. 

******************


Jojo Rabbit – Taika Waititi - 7

2. Dünya savaşı'nda nazilerin yaptıkları korkunç katliamı bir komedi filmi aracılığıyla anlatması, büyük bir eleştiriyle karşılaşmış olsa da, filmin sonuna kadar bekleyince, bu durumun döneme getirdiği ağır eleştirinin etkisinden eksiltmediğini görüyoruz. Hitler'in "komik" hayali bir karakter olarak kullanılmış olması (hitler'i yönetmen kendisi oynuyor) gerçekten de gereksiz olmuş, filme de fazla bir katkısı yok. Sanırım döneme dair yapılacak tüm komediler, Roberto Benigni'nin muhteşem La Vita e Bella (1997)'sının gölgesinde kalmaya mahkum olacaklar.

******************


Ford v Ferrari – James Mangold - 7

Gerçek bir hikayeden yola çıkılarak anlatılan Ford  - Ferrari rekabeti, çok sürükleyici ve kendini izlettiren bir üslupla anlatılmış. Teknik olarak da çok iyi kotarıldığı gözden kaçmayan film, bu seneki ödül adayları arasında Hollywood metodlarını/klişelerini/klişe karakterlerini kullanan tek film (çok şükür). Evet bu yıllarca maruz kaldığımız taktikleri çok rafine bir şekilde sunuyor ama dikkatten de kaçacak gibi değil. Bale'in canlandırdığı ünlü yarışçı Ken Miles gerçek hayatta nasıl biridir bilemiyorum ama Bale'in (muhtemelen ona benzemek adına) suratını ve özellikle dudaklarını şekilden şekile sokmaya çalışması çok dikkatimi dağıttı. Buna ek olarak Matt Damon'un bir ineğin dahi geviş getiremeyeceği çirkinlikte sürekli sakız çiğnemesi de, saçlarımın tek tek havaya dikilmesine sebep oldu. İhtimal vermiyorum ama böyle bir listede ödül alması bir fiyasko olur. Bence bu filmin yerine Ad Astra kesinlikle listede olmalıydı.