Costa-Gavras çok güçlü politik ve sosyal mesajlar veren filmlere imza atmasıyla tanınıyor. Bugüne kadar izleme fırsatı bulduğum 4 filmi de çok kaliteliydi, kısaca kronolojik sırayla değinirsem;
Z (1969)'yi izlediğimde, birbiriyle pek geçinemeyen Türk'lerin ve Yunan'ların şaşırtıcı benzerliklerinin yemek ve içmeyle sınırlı olmadığını, politik kültürlerinin de ne kadar benzer olduğunu görmüştüm, çünkü Yunanistan da bizim gibi aynı seri darbeler ve politik çalkalanmalardan geçmiş.
Missing (1982) ise yine bu iki millete benzer şekilde darbelerden çok çekmiş Şile'deki Pinochet'nin darbesi esnasında kaybolanları anlatıyor. Kaybolan yazarı arayan eşinin (Sissy Spacek) mücadelesini izliyoruz.
Amen (2002)'de Costa-Gavras çok işlenmiş bir konuya, 2. Dünya savaşına el atıyor ve (en azından benim açımdan) daha önce net olarak söylenmemiş çok önemli gerçekleri ortaya dökiyor. Ben bu filmi izleyene kadar saf bir şekilde Avrupa'daki bu büyük soykırımın Nazi Almanya'sı tarafından gerçekleştirildiğini sanıyordum. Ulrich Tukur'un mükemmel bir oyunla canlandırdığı SS subayının, Avrupa'daki her kesimin gözünü açmak için yaptığı büyük mücadeleyi izleyince fak ettim ki, bütün katliam gözler önünde ve müdahele etme gücüne sahip her türlü otoritenin bilgisi dahilinde gerçekleşmiş. Başta tabii Vatikan ve güçlü devletler ellerini ovuşturarak katliamları izlemişler ve bize dokunmayan yılan bin yaşasın demişler, hatta kendi ülkelerindeki Yahudilerin, çingenelerin ve başka azınlıkların ayıklanmasından memnuniyet duymuşlar. Ne zamanki Hitler'in toprağa doymayacağı anlaşılmış, müdahale ihtiyacı anca o zaman doğmuş. Film sadece bu ikiyüzlülüğü açıkça sergilemesiyle değil, yönetsel mükemmelliğiyle de benim için unutulmazlar arasında.
Le Couperet (2005) Costa-Gavras'ın daha önce izlediğim üç filminden farklı olarak darbelere ve katliamlara değil toplumsal bir yaraya parmak basıyor; işsizlik. 2 sene işsiz kalan kimyagerin iş bulabilmek çareyi rakiplerini birer birer ortadan kaldırmada bulmasını komik bir dille anlatıyor.
"Eden Is West"'e gelirsek Costa-Gavras yine sosyal bir yara olan kaçak göçmen konusunu yine komik bir dille işliyor. Kafamızdaki kaçak resmi için muhtemelen fazla yakışıklı ve bakımlı olan Elias, sahil güvenliğe yakalanmamak için kaçak gemisinden atlayarak Yunanistan'da bir Fransız tatil köyüne çıkıyor. Buradan çeşitli maceralar geçirerek, pek çok farklı milletten insanla karşılaşarak, tanışarak Paris'e kadar ulaşmaya çalışıyor. Elias karakteri hemen hiç konuşmuyor, saflığı ve başına gelenlerle de hemen bize Chaplin'in Şarlo karakterini hatırlatıyor, sanırım bu yönetmen açısından bilinçli bir tercih. Alias rolündeki İtalyan oyuncu rolünde fena değil ama yan rollerde oldukça özensiz ve kötü tercihler yapılmış, bu da filmin kalitesini fazlasıyla düşürüyor.
Costa-Gavras komedi tarzında da önemli sorunlara dikkat çekilebileceğini bir kez daha gösteriyor ama ben onun yukarıda bahsettiğim politik gerçekliği öne çıkaran vurucu filmlerini tercih ediyor ve yakın zamanda yine bu türün örneklerini vermesini diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder