11 Mayıs 2010 Salı

Terry Gilliam ve The Imaginarium of Doctor Parnassus

Terry Gilliam ilk izlediğim filmiyle gönlüme taht kuran yönetmenlerdendir. 1985 yapımı "Brazil" bence bugüne kadar yapılmış en iyi sürreal fantastik filmlerden biridir. Geçen yüzyılda insan hayatına iyicene nüfuz etmiş olan teknolojiye sorgusuz sualsiz teslim olunuşu, yarattığı muhteşem görsellikle çok etkileyici bir şekilde kritize etmişti. Daha sonra beğendiğim "Twelve Monkeys"ini, fena bulmadığım "Time Bandits"'ini, vasat bulduğum "The Fisher King"'ini ve hiç anlam veremeyip sonuna kadar zor dayandığım "Fear and Loathing in Las Vegas"ını izlemiştim, ancak aklım hep "Brazil"de kalmıştı.
Gilliam, 2009 yapımı "The Imaginarium of Doctor Parnassus" ile yine sürreal fantastik film türünün başarılı bir örneğini veriyor. Filmin çekimleri esnasında Heath Ledger'ın ölümü filme büyük bir darbe vuracakmış, basına yansıdığı üzere Johny Depp'in yaratıcı bir çözüm önerisiyle film bitirilebilmiş. Seyretmemişlere ispiyon olmaması adına bu çözümle ilgili fazla bir şey söylemek istemiyorum ama bence sonuna kadar Ledger oynayabilseymiş çok daha iyi olurmuş. Gilliam zaten filmlerini kolay anlaşılır lokmalar halinde sunmayı sevmez, bu son filmi de özellikle ilk yarısından sonra (en azından benim açımdan) bir hayli karmaşıklaşıyor. Bir yandan büyüleyici fantastik görüntülerle hipnoz olup, diğer yandan gördüklerime anlam yüklemeye çalışırken, Ledger'ın ölümüne getirilen çözüm de bir düğüm daha atıyor. Esasında benim gibi, olanları hemen kavrama şansına sahip olamayanların, filmi bir kaç kez izlemeleri gerekiyor, ama ben sinefil hayatımın sürekli bana dayattığı "sırada izlenmesi gereken binlerce film" listesini düşünerek, ikinci bir kez hiç bir filmi izlememe bağnazlığına sahibim.  O halde küçük beyin hücrelerimdeki puzzle kırıntılarıyla yaşamak da bana müstehaktır.
Vakti olanlara, kendilerince bir anlam yükleyebilene kadar izlemeleri tavsiyesiyle...

Hiç yorum yok: