19 Mayıs 2010 Çarşamba

Münchner Kammerspiele ve Dava

Yine kelimelerimin anlatmakta son derece kifayetsiz kalacağı bir şaheseri yazıya dökmeye çalışıyorum. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında izlediğimiz "Dava" (Der Prozess) o kadar kusursuz ve etkileyiciydi ki, "nereden başlasam, nasıl anlatsam" kararsızlıklarıyla bir kaç gündür oturup bu yazıyı yazamıyorum. Herhalde günce blokajı (varsa böyle bir kavram) böyle bir şeydir. Ama fark ettim ki, araya ne kadar zaman girerse yazmak da bir o kadar zorlaşıyor, dolayısıyla kendimi iyi ifade edemeyeceğim endişesini (kesin inancını) bir yana bırakıp, en azından ne gördüğümle ilgili yüzeysel bir kaç cümle not düşeyim.
Tiyatro Festivali'nin biletlerini Biletix soygununa !!! maruz kalmamak için erkenden alamadık (Bu haddinden fazla kurnaz firma, Lale kart indirimli biletlerin, indirimsizlerle beraber alınmasına müsade etmediği gibi, birden fazla etkinliğe de tek seferde bilet aldırmıyor, her seferinde her bilet için ayrıca hizmet bedeli, zart bedeli, zurt bedeli talep ediyor, ne kadar kızgın olduğumu anlatamam, şu anda bu satırları yazarken bile kan beynime sıçradı), bir ara IKSV'ye uğrarız derken de zaman geçti ve ilk tercihimiz olacak oyunlara bilet bulamadık. Hayatta her işte bir hayır olduğu gibi, bunun da hayrını çok istekli olmadığımız "Dava"ya bilet alarak gördük. Almanya'nın en köklü tiyatro kurumlarından biri olan Münchner Kammerspiele'nin oyunu olmasına rağmen çok istekli değildim, çünkü Kafka'nın "Dava"sını hem çok çok beğenerek okumuş, hem de Orson Welles'den film versiyonunu izlemiştim. Tiyatro festivali deyince yeni bir şeyler izleme, şaşırma isteği hasıl oluyor. Ama çok iyi bilinen bir eser de insanı kendinden alacak kadar mükemmel bir şekilde yorumlanabiliyormuş.
Perde açıldığında, göz şeklindeki (evet Joseph K. biri seni gözetliyor) dekorun içinde Joseph K.'nın yatak odasında oyuncular izleyicinin bakış açısından kuşbakışı görülüyordu. Joseph K'nın içeriğini bilmediği ve hiçbir zaman öğrenemeyeceği bir sebeple tutuklandığı haberini alacağı sahnede, kuşbakışı perspektifin yanısıra, aynı sahne bir de sahne üzerine inen oyuncuların yan perspektiften izlenebiliyordu. Aynı karakteri aynı anda iki farklı perspektiften nasıl görebileceğimiz sorusu da oyunun bir diğer dehasıyla açıklanıyor. Joseph K.'yı tek bir oyuncu canlandırmıyor, oyundaki herkes (4 kadın ve 4 erkek oyuncu) Joseph K.'nın izdüşümleri, sadece arada bazıları yan rolleri üstleniyorlar ve sonra tekrar Joseph K. oluyorlar.
Her şeyi son derece karmaşık hale getirebilecek bu konsept tam tersine o kadar mükemmel bir şekilde işliyor ki, Joseph K.'nın çok katmanlı kişiliği kusursuz bir şekilde vücut buluyor. Eserin sahnelenişindeki sayısız yaratıcı fikir bunlarla da bitmiyor; o anda sahne üzerinde aktif rolü olmayan oyuncular, arkada kendi aksı çevresinde oyun boyunca hiç durmadan dönen, yatay ve dikey pozisyonlara geçen platform üzerinde müthiş bir performans sergiliyorlar. Oyunun metaforlarına benzersiz göndermeler yapan bu koreografilerde bazen bir çarkın içinde fare misali dönüp duranları, bazen zamanın akışını görebileceğimiz bir saatin akreple yelkovanını izliyoruz.
İddialı dekorun sadece bir gösteriş unsuru olmadığı, oyunun sahneleşinde eserin derinliğinin verilmesine inanılmaz bir katkı sağladığı, dekorun yanısıra kullanılan ışığın da bunu mükemmel bir şekilde tamamladığı, oyunun finalindeki Joseph K.'nın idam sahnesinde bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Münchner Kammerspiele'nin oyuncularının performansı o kadar benzersizdi ki, 180 dakika süren oyun eğer 560 dakika da sürse gözümü kırpmadan izleyebilirdim. Son sürat konuştukları almancalarında artikülasyon tek kelimeyle mükemmeldi, tek bir hece, tek bir harf yutulmadı, tek bir dil sürçmesi olmadı. Hele ressam karakterinin öyle bir uzun monoloğu vardı ki, tüm salon hipnotize olduk, oyun arasında gelen tek (fazlasıyla hak edilmiş) alkış da bu monoloğun sonunda koptu, ben hayatımda böyle bir performans görmedim.
Uzun lafın kısası, ne benim sığ cümlelerim, ne de bu yazıya iliştirdiğim fotoğraflar oyunun büyüsüyle ilgili en ufak bir ipucu vermekten uzak, zaten tiyatronun sırrı da canlı izlenmesinde değil mi...

Hiç yorum yok: