Başarılı bir yönetmenin filmlerini arka arkaya izlemek herhalde en keyifli sinefil hobilerinden biridir. Çok sevdiğim filmlerden biri olan "All About Eve"'in yönetmeni Mankiewicz'in başka hiçbir filmini izlememiş olduğumu fark edince elime geçirebildiğim filmlerini izlemeye koyuldum. Filmlere, beğenme sırama göre bir iki cümle not düşersem;
All About Eve (1950)
Büyük yıldız Margo (Muhteşem Bette Davis) ve filmde onun tahtına göz dikmiş yardımcısı rolünde Eve (Anne Baxter)'in aralarındaki rekabet sanki sadece tiyatro sahnesi üzerinde değil, aynı zamanda bu filmde kim daha müthiş bir performans sergileyecek diye kızışıyor, çünkü ikisi de oyunlarıyla büyülüyorlar. Tek kelimeyle dört dörtlük bir film.
Sleuth (1972)
Bu filmde de bu sefer erkek oyuncular cephesinin en büyük isimlerinden Laurence Olivier ve Michael Caine'in muhteşem oyunculuklarına tanıklık ediyoruz. Polisiye severlerin bayılacağı filmde egoları yaralanmış iki erkeğin birbirlerine oynayacakları şaşırtmalı oyunları ekrana kitlenerek izliyoruz.
A Letter to Three Wives (1949)
Üç çok yakın kadın arkadaş, bir pikniğe gitmek üzere yola çıkarken, bir diğer arkadaşlarından aldıkları mektupta, bu arkadaşlarının üçünden birinin eşiyle kaçtığını öğreniyorlar. Geriye dönüşlerle her birinin eşleriyle hikayelerini izleyerek bu talihsiz olayın hangisinin başına geldiğini tahmin etmeye çalışıyoruz.
5 Fingers (1952)
İkinci Dünya Savaşı esnasında Ankara'da geçen ajan hikayesinde, İngiliz konsolosunun hizmetkarının gizli belgeleri Alman'lara satmaya çalışmasını izliyoruz. Gerçek mekanlarda çekilen filmin güzel sürprizlerinden biri de son kısmının İstanbul'da geçmesi.
Suddenly, Last Summer (1959)
Tennessee Williams'un oyunundan filme çekilen "Suddenly, Last Summer" sadece Elizabeth Taylor'un oyunu için izlemeye değer. Montgomery Clift'in bu performans karşısında sönük kalmasının yanısıra Hollywood'un eşcinsel temalara geçmişte uygulamış olduğu çok sert sansür sebebiyle, karakterler yer yer bazı kelimeleri söyleyemediklerinden tabu oynar hale geliyorlar.
No Way Out (1950)
Sidney Poitier'ın, Hollywood'da siyahlarla ilgili temaları geniş kitlelere ulaştıran rolleri oynamak gibi büyük bir misyonu var. "In the Heat of the Night"'ta mesleğinde çok başarılı olmasına rağmen siyah olduğu için adam yerine konmayan bir dedektifi canlandırdığı gibi bu filmde de siyah olması sebebiyle başına gelmeyen kalmayan başarılı bir doktoru canlandırıyor.
The Ghost and Mrs. Muir (1947)
Mankiewicz filmlerinden bir tek "The Ghost and Mrs. Muir"'i çok sevemedim. Çekildiği zaman itibariyle belki orijinal bir hayalet hikayesi olabilir ama bugünden bakınca biraz yavan kalıyor. Buna ek olarak, Otto Preminger'in "Laura"'sında çok etkilendiğim Gene Tierney'in bu filmdeki oyunculuğu doğallıktan uzak, biraz yapmacık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder