Seyredilecekler listemde uzun süredir bekleyen 75-76 senelerinden klasikleşmiş 3 filmi haftasonunda izleme fırsatı buldum;
Sidney Lumet ve "Network" ve "Dog Day Afternoon"
Sidney Lumet, en beğendiğim filmlerden biri olan "12 Angry Men" ile hafızama kazınmıştı. Daracık bir jüri odasında hiç mekan değişmeden 12 adamın bir cinayeti tartışmaları ancak bu kadar sürükleyici bir dille perdeye yansıtılabilirdi. Buraya hemen bir de parantez açayım, Nikita Mikhalkov 2007'de "12" ismiyle bu filmin mükemmel bir remake'ini yaptı, orijinali kadar başarılı. Lumet'e dönersek 12 kızgın adamı dışında izlediğim filmleri vardı ama vasatın üzerinde olmakla beraber hatırda kalıcı başka bir filmine rastlayamamıştım.
Meğer "Network"ü atlamakla büyük hata etmişim. Film, 70'li yıllarda televizyonda kanalların da sayısının artmasıyla, insanların iyice televizyona bağımlı hale gelmesini ve kızışan rekabette rating uğruna işin iyice çığrından çıkmasını çok başarılı bir şekilde anlatıyor. Tahmin edileceği üzere bugün dahi filmde yapılan sert eleştiriler olduğu gibi geçerli, tüm televizyonculara ders olarak izlettirilmesi gereken bir eser. Özellikle bizim bence birer kabus olan haber programlarını yapanlar izlemeli. Filmin bence en zayıf noktası şaşırtıcı derecede kötü bir performans gösteren Faye Dunaway, rolü kolay değil ve bariz şekilde ona iki numara büyük gelmiş, elini kolunu koyacak yer dahi bulamıyor. Neyseki William Holden'ın karizması ve iyi oyunu bu açığı dengeliyor.
Al Pacino Hollywood'da en sıkı alerjim olan oyunculardan biridir, hemen tüm filmlerinde hep aynı maço karakteri canlandırıyormuş gibi gelir bana, pek çok kişi bayılır kendisine ama ben gerçekten triplerine pek tahammül edemiyorum. Aklımda olumlu kalmış tek filmi (pek sevdiğim Michelle Pfeiffer'in etkisi olsa gerek) "Frankie and Johnie"ye şimdi "Dog Day Afternoon" da eklendi. Film bir şaheser değil ama gerçekten alınma karakteri Al Pacino doğal ve inandırıcı oynamayı başarıyor. Uzun zamandır bu filmi seyretmeye Al Pacino yüzünden direnmem gereksizmiş, bir kez daha gerçek bir sinefil olabilmenin yolunun önyargısız olmaktan geçtiğini kendime hatırlatmış olayım. Filmin konusuna da kısaca değinirsek, bir bankayı soymaya kalkışan iki sakarın işi ellerine yüzlerine bulaştırıp banka çalışanlarını rehin almalarını anlatıyor.
Alan J. Pakula ve "All the President's Men"
70'lerden iki güzel film izleyince elimi hemen veribankama atıp aynı yıllardan izlenmeyi bekleyen bir filmi daha seçeyim dedim, iyiki de öyle yapmışım. Geçen sene "Frost/Nixon"ı izlediğimde Watergate skandalının detaylarını merak etmiş ve Wikipedia sağolsun bir güzel bilgilenmiştim. Keşke Wikipedia'dan okumak yerine "All the President's Men"i izleseymişim, muhtemelen detayları bilmeyeceğim için fılmden daha da büyük bir keyif alırdım. Ama bu şekilde dahi filmi büyük bir ilgiyle izledim. Film iki genç ve idealist gazetecinin, devletin tüm kurumlarıyla örtbas etmeye çalıştığı skandalı nasıl ortaya çıkardıklarını anlatıyor. Keşke bizim ülkemizde de böyle idealist ve kolay kolay ruhunu teslim etmeyen gazetecilerden çok sayıda olsa. Filmin başarısını mükemmel oyun ve uyumlarıyla Dustin Hoffman ve Robert Redford tamamlıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder