4 Mart 2010 Perşembe

Oscar Ödülleri 2010 - En iyi Film

Bu seneki Oscar ödüllerinin sahiplerinin açıklanmasına birkaç gün kala ben de kendi sıralamamı oluşturmak istedim. 2009 yapımı en beğendiğim film kesinlikle Haneke'nin "Das Weisse Band"ı idi, amerikan yapımı olmadığı için en iyi yabancı film dalında aday. Yine çok başarılı olan ve BAFTA'yı alması itibariyle en dişli rakibi olarak da "Un Prophet" gözüküyor ama bu filmi de çok beğenmeme rağmen kalbim Haneke'nin başyapıtından yana.
Son yıllarda en iyi film adaylarının kalitesinde bir yükselme söz konusu, özellikle geçen yılki aday filmlerin hepsini beğenerek izlemiştim. Bu seneki adaylar için, belki aday sayısının da 10'a çıkmasıyla aynı şeyi söylemek maalesef mümkün değil, hele bir de favori gösterilen iki filmden birinin (hatta daha büyük favori olanın) son derece kalitesiz bir film olması klasik Oscar tutarsızlıklarından biri. Filmlere beğeni sırama göre değinirsem;
1) Inglourious Basterds : Aday filmler arasından favorim Tarantino'nun fılmi. Filmin tek falsosu çok kötü bir oyunculuk sergileyen Brad Pitt, neyseki filmin tek karakteri değil, ve en iyi yardımcı ödülünü çok hak ederek alacak olan Christoph Waltz muhteşem oyunuyla bu açığı dengeliyor. Tarantino yine genre'ları çok güzel ve kıvamında karıştırıyor, kesinlikle zorlama değil ve adı konmamış yeni bir tür ortaya çıkarıyor. Film son derece sürükleyici, tempo hiç düşmüyor ve baştan sonra kendini büyük bir ilgiyle izlettiriyor. Tarantino'nun filmin sonunda tarihi tekrar yazmasına da bayıldım, çok basit bir fikir, ama benim izlediğim kadarıyla daha önce kimsenin aklına gelmemiş. Bir de bana hikayesi ile Verhoeven'ın başarılı filmi "Zwartboek"ı hatırlattı. Kısacası dört dörtlük bir film.
2) The Hurt Locker : Daha önce Sam Mendes'le ilgili yazımda bahsettiğim üzere savaş filmlerinden, özellikle de bir mesajı seyircinin gözüne sokmak için çırpınıp duran savaş filmlerinden hiç hazzetmiyorum. Mendes'in "Jarhead"'i bir mesaj vermeye çırpınmamasıyla hoşuma gitmişti, ama hatırımda derin izler bırakmamıştı. "The Hurt Locker" Jarhead'i hatırlatmakla birlikte her açıdan daha da başarılı bir film. İtiraf etmek gerekirse yine önyargılarımla Cameron'la bir dönem evli kalmış birinin çektiği savaş filmi hiç çekilmez diye düşünmüştüm, ama önyargı bir kez daha yanılttı beni. Umarım bu film, bir film müsveddesi olan "Avatar"'a en iyi film ödülünü kaptırmaz.
3) Up in the Air : Bu filmden daha önceki bir yazımda bahsetmiştim.
4) An Education : Dogma Manifestosunun kurallarıyla çekilmiş filmlerin en güzel örneklerinden biri olan "Italian for Beginners"'in Danimarkalı yönetmeni Lone Scherfig'in elinden yine sade ve güzel bir film çıkmış. En iyi kadın oyuncu adaylarından Carey Mulligan'ın gerçekten de başarılı oyunculuğuyla (BAFTA'yı da aldı) baştan sona ilgiyle izlenen hoş seyirlik bir film.
5) Precious: Based on the Novel Push by SapphireHollywood'un elinde tamamen duygu sömürüsü kompostosuna dönüşebilecek içler acısı bir hikaye, gerçekçi ve gösterişe girişmeden başarıyla anlatılıyor. Seyirciyi ağlatmak için çırpınan bir yönetmen ve arka fonda duyguları manipüle etmeye yardım eden yaylılar yok, ortada çarpıcı bir hayattan bir kesit var. Başına gelen her olayı dünyanın en büyük talihsizliği olarak yorumlamayı adet etmiş insanoğlunun izlemesi gereken bir film. Filmin kadınları da hak ederek en iyi & en iyi yardımcı kadın oyuncu adayılar.
6) District 9 : Tamamen belgesel havasında başlayıp uzun süre bu şekilde devam eden film, belgeselle science-fiction'ı çok başarılı bir şekilde birleştiriyor.Ortasından sonra da bir aksiyon filmine dönüşüyor ancak bence özellikle bu ikinci yarıda ritim bozuklukları var. Yine de çok başarılı efektlerin hakkını da verirsek izlenilesi bir film var karşımızda.
7) A Serious Man : Tipik bir Coen kardeşler kara mizah örneği. Yer yer bana "American Beauty"i hatırlattı, ama yer yer de sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Coen kardeşlerin son yıllarda ürettikleri tüm filmler, benim gözümde özellikle eski filmleri "Fargo" ve "Big Lebowski"nin gölgesinde kalıyor.
8) Avatar : Kesinlikle önyargıyla izlememek üzere kendime telkinler yaptım, en ufak bir kıvılcımda filmi sevmeye hazırdım ama yine büyük bir hüsrana uğradım. Evet 3 boyutlu gözlüklerimi taktığımda Navi'lerin dünyasını çok büyüleyici bulduğumu itiraf ediyorum, özellikle baş kahramanların ilk karşılaştıkları gece ormandaki fosforlu renkler başımı döndürdü. Ama bu 3 boyutlu renk cengamesini filmden filtrelersek karşımızda hilkat garibesi klişe bir senaryo ve gerçekten de kötü ötesi oyunculuklar kalıyor. Hele çok saygı duyduğum tüm zamanların en karizmatik oyuncularından Sigourney Weaver'ın da karizmayı bu kadar kötü bir oyunla çizdirmesine çok üzüldüm. Filmde Hollywood'da ne kadar nefret ettiğim malzeme ve klişe varsa sonuna kadar kullanılmış, saymaya kalksak ne sayfalar, ne de benim sinirim yeter. En iyi film ödülünü alması benim gözümde tam bir skandal olur. 
9) Up : Son yıllarda çok güzel animasyonlar izledik, hatırımda en son sevimli Wall-e kalmış. "Up" bence bu güzel animasyon filmlerinden biri değil, hatta bence bir hayli de sıkıcı bir film. Muhteşem Miyazaki'nin "Howl's Moving Castle"'nin kötü bir kopyası.
10) The Blind Side : "The Blind Side" sadece bu listedeki en kötü film değil, son yıllarda izlediğim büyük arayla en kötü film, tam bir klişeler yumağı, Avatar'ı bile mumla aratıyor. Sonuna kadar gerçekten çok zor dayandım, bu listeyi tamamlayabilmek adına sayrediyor olmasaydım, ilk 60 saniyeden sonra bırakırdım. Sandra Bullock bu filmdeki oyunculuğuyla ödül alırsa, "Avatar"ın en iyi film ödülünü alması kadar büyük bir skandala imza atar (gerçi bu yeni bir skandal olmaz çünkü Bullock ocak ayında Golden Globe'u kazandı).

Hiç yorum yok: